27 Mayıs günü Taksim’deki Gezi Parkı duvarının üç metrelik kısmı Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yıkıldığında ve birkaç ağaç da taşınmak üzere yerinden söküldüğünde Taksim Dayanışma Grubu eyleme başladı. 40-50 kişilik grup çadır kurup parkta sabahladı. Ertesi gün BDP milletvekili S. Süreyya Önder’in de destek verdiği grubun eylemine çevik kuvvet müdahale edince yankıları tüm dünyaya yayılan ‘direniş’in ilk simgesi olan ‘kırmızılı kadın’ fotoğrafı basına düştü ve Türkiye’nin birçok ilinde protestolar başladı. Ancak, asıl protestolar 31 Mayıs ve 1 Haziran günlerine denk geldi. Ankara, İzmir, Mersin, Antalya, Kocaeli, Manisa, Konya gibi pek çok kentte gösteriler yapıldı. 1 Haziran’a gelindiğinde göstericiler Boğaziçi Köprüsü’nden yürüyüşe geçtiler ve grubun Beşiktaş’a varmasının ardından çevik kuvvet, gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale etti. Kadıköy ve Anadolu yakasının diğer kesimlerinden de birçok protestocu Taksim’e varmak için yürüyüşe başladı. CHP, Kadıköy mitingini iptal etti. Yaşanan gerilim ve polis müdahalesi sonrası Taksim açıldı ve Taksim Gezi Parkı’ndaki çadırlar çoğaldı, park ile başlayan başkaldırış, parkın ve Taksim’in kucağında bir şenliğe, kamp alanına dönüştü. 48 ilde yaşanan gösteriler ve protestolar bugün, Gezi Parkı’na halkın girmesi yasak olsa ve park, polis tarafından ‘korunsa’ da, hâlâ devam ediyor. Dünya’nın şaşkınca izlediği halk-iktidar çekişmesi, yüzlerce yaralıya, ancak her şeyden önce dört canın polis şiddetiyle kaybına neden olsa da çeşitli yaratıcılıklarla devam ediyor. Duran adamlardan yaratıcı sloganlara, karnaval havasında geçen protestolardan polise karanfil dağıtmalara kadar varan geniş bir sürece yayılan Gezi Parkı Direniş’i, Türkiye’de medyanın da yerlerde süründüğünü, tekelleşme nedeniyle medya etiğinin ayaklar altına alındığını ortaya çıkardı. Dünya’da ilk kez yedi gazetenin birden aynı manşeti atarak baskı yapması büyük alay konusu oldu. Kimi parti başkanları, kendi partilerine mensup olanları olaylara katılmamaya çağırsa da MHP’li, CHP’li ve BDP’li gençlerin çevik kuvvet saldırısından birbirlerine destek olarak kaçarkenki görüntüleri aynı karede görüntülendiğinde ve iktidara oy verenlerin de sokaklara dökülmesiyle, protestoları hiçbir kuvvetin dindiremeyeceği ve işin iyice rayından çıktığını gösterdi. ‘Halk hareketi’, ‘ulusal irade’, ‘ulusal uyanış’ gibi kavramlarla da geçen dinamiklerin başta iletişim bilimcileri, sosyologlar ve psikologlar tarafından mercek altına alındığı ‘direniş’, öylesine yankı uyandırdı ki ‘çapulcu’dan türeyen ‘chapulling’ kelimesi dünya dillerinde sözlüklere dahi girerek yeni bir literatür kazandı.
Siyasetçilerin, aydınların, öğrencilerin, öğretmenlerin, emeklilerin ve hatta bebeğini bile yanında getirenlerin ortak sesi olan direnişte, sanatçılar da bir araya geldi. Ancak cep telefonları veya kameralarıyla yurttaş gazeteciliğinin had safhaya vardığı bu zaman diliminde, olayları sosyal medyadan duyurma amaçlı anlık haber iletimi yapabilen kişilerin dışında sinema yine sınıfta kaldı. Belki bunu söylemek için henüz erken, ancak İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin de uyanışa geçmesi gerektiği bu zamanlar içerisinde kaliteli yapımların oluşturulamaması ve yaratıcılıktan yoksunluk göze batmakta ve direnişi arka fona koyarak halktan kişilerin oyuncu olarak kullanılması birkaç kısa film dışında gündeme düşmemekte. İtalyan Yeni Gerçekçiliği, ekonomik kriz ve 1943-1945 yıllarındaki Mussolini rejiminin çöküşüyle; yani II. Dünya Savaşı’nın ve Alman-İtalyan faşizminin çöküşünün ürünü olarak karşımıza çıkar. 1940’ların sonu ile 1950’lerin erken dönemlerinde İtalyan Yeni Gerçekçiliği İtalya’da ulusal sinemanın kalesi olarak yükselişe geçer. Deleuze’ün, sinema tarihini yeniden dönemlendirdiği ‘Sinema 1, Hareket-İmaj’ ve ‘Sinema 2, Zaman-İmaj’ kavramlarıyla II. Dünya Savaşı ile İtalyan Yeni Gerçekçi süreçleri hareket-imaj sineması olarak adlandırılır. Sinemanın etki-tepki çerçevesinde olduğunu söyleyen ve beyaz perdedeki imajın harekete bağlı olduğunu, bunlarınsa izleyicinin duyu-motor şemasına seslendiğini belirten düşünür, İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımla beraber bu imajla hareketin bütünlüğünün de kaybolduğunun ve ortaya özerk bir imaj çıktığının altını çizerek buna zaman-imaj adını verir. Hareketin dışında, kurgu süreçlerinde de dönüm noktası olan bu iki dinamikle beraber sinema, ideolojik olarak etkili bir sanat olmuştur ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği, sinemada gerçekçilik tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Tek plan ve uzun süreli çekimler, gündelik yaşamın yansıması, duygulara vurgu yapılması, hümanist bakış açısı, profesyonel olmayan oyuncularla doğaçlama oyunculuğunun tercih edilmesi, ana akım sinemanın klasik dramatik hikâye örgüsünün terk edilişi, doğaçlama konuşmalar ve düşük bütçelerin olduğu akımın uygulanmasının tam zamanı, çünkü unutulmamalıdır ki gerçekçi yapımlar, toplumun kriz dönemlerinde toplumu yeniden şekillendirmek ve topluma ayna tutmak için varlık göstermektedir.