Irkçılığa bir kez daha ‘hayır’

Köşe Yazısı
3 Temmuz 2013 Çarşamba

David OJALVO


Gezi Parkı olayları başladığında tahmin edenlerimiz vardı. Bu süreç bir şekilde azınlıklarla, ‘görünmez güçlerle’ ilişkilendirilecekti. Komplo senaryoları üretmek zor değil. Nitekim öyle de oldu. Görüneni çıplaklığıyla yorumlamaya çalışmaktansa, mevcut komplo teorileriyle bağ kurmak veya yeni teoriler üretmek kimilerine çekici gelebiliyor. Bu seçimin de elbet altında yatan nedenleri vardır. Oysa yazının devamında da vurgulayabileceğim gibi, birey önce kendini tanımalı. Ben kimim, ilgi alanlarım neler? Bu doğrultuda hayatımı ve yaşadıklarımı nasıl yorumlayabilirim? Yorumlarım ne derecede tutarlı, kanıta dayalı ve objektif? Paylaştığım fikirler bir topluluğu, bir kişiyi rencide ediyor mu? Özellikle akademisyen kimliğine sahip bireylerin, bu noktalarda hassasiyet göstereceğini bilirim. Ne var ki, bazen aksi örneklerle karşılaşıyoruz.

***

Gazetemizin bir önceki sayısının manşet fotoğrafında, üniversite çalışanlarının pankartı göze çarpıyor. Pankartta, “Irkçı hoca istemiyoruz” diye yazıyordu.

Irkçılık, o çirkin yüzünü yeniden göstermişti: Yahudi, Rum ve Ermenilere, soylarını araştırmaları öneriliyordu. İsyancılar, azınlıklardan oluşan ahmaklardı ve isyancılarla dünden yarına kavga olacak, deniliyordu.

***

‘Kavga’ kelimesi yerine ‘mücadeleyi’ benimsiyorum. Bu köşenin yazarı olarak ırkçılıkla, antisemitizmle, ayrımcılıkla, ötekileştirmeyle mücadelenin bugün de, yarın da yılmaksızın süreceğini belirtiyorum. Ötekileştirildiğimi hissettikçe, bildikçe, bu konuda hassasiyet göstermem gerektiğinin ayırdındayım. Bu doğrultuda bilinen bazı noktaları yeniden hatırlatmanın uygun düşeceğine inanıyorum.

Bir birey veya toplum köklerini neden araştırmalıdır? Tarihini öğrenip, ondan ders çıkartmak için mi? Gelenek ve görenekleri korumak için mi? Kültürünün zenginliklerini yaşatabilmek için mi? Tüm bunlara yanıt ‘evet’. Öte yandan bu soruya olumsuz yönde ayrımcılığın en küçük bir gölgesi düşüyorsa, orada sorun vardır. Son birkaç yıldır, dini, ırksal, cinsel veya herhangi bir açıdan köklerimizi araştırırken, önce bunun ‘nedenini’ ve ‘niyetini’ açıkça ortaya koymanın önemini vurguluyorum. Bu çabanın kıyısından köşesinden bir ‘yabancılaşma’ olgusu varsa, bireyler ve toplumlar arası köprüleri sağlamlaştırmakta yolumuz daha zor demektir. Kimliğe değinirken, temelde ‘insanlık’ tartışmasız önceliklidir. İnsana saygı ile başlar aynaya ve karşındakine bakmak.

Gündemde taşınan ırkçı söylemin devamıyla ilgili söylenecek çok söz yok aslında.

Sataşma bir yana ‘ahmak kim’, anlayabilmiş değilim.

Bana ve ülkemize örnek olan öylesine değerli akademisyenlerimiz, hocalarımız var ki, onlara saygımdan ve inancımdan, meslektaşlarının neden böyle bir kelimeyi sarf ettiğini irdelemeye çekinirim.

***

Son bir soru ve saptama: Gezi eylemlerine katılanlar isyancı mı?

Kelimelerin taşıdıkları anlamlar bazen hassaslaşıyor. İsyancılar, kavga… Haftalardır süren eylemlerin faşist algılara, kutuplaşmaya, ayrımcılığa, korkulara karşıt; çevre, barış, adalet ve demokrasi yanlısı olduğu apaçık. Laik bir hukuk sisteminde, ahlaki ve moral değerleri içselleştirerek bir arada yaşamak, medeniyeti ilerletmenin gerekliliği ve temeli… Bu ‘başarılması’ gereken bir hedef değil özünde, cumhuriyetin normudur. Bir arada yaşama kültürünü, toplumsal dokuyu zedeleyen ne varsa, onları tespit etmeli, anlamalı, çözümlemeli… Irkçılıkla mücadele de, bu çabanın ana başlıklarından. Ahmaklıkların üstesinden gelebilir, kimliklerimizi elbette konuşabiliriz. Ama birimiz yabancılaştırılıyor, ötekileştiriliyorsa, hepimiz eksiliriz. Ne üniversitelerde, ne basında ne de internette nefret söylemi ve ırkçılığın herhangi bir emaresini istemiyoruz. Kalemimizde, sözlerimizde, davranışlarımızda bu arzuyu canlı tutacağız; ta ki onu kalplerden silene kadar.