Köpüklü banyolar alınabilecek, sere serpe uzanıp dergi kitap okunacak, bol çeşitli büfelerden yemek seçilebilecek tatiller yapmak varken tekneciliği benimseyenleri anlamakta güçlük mü çekiyorsunuz? Ne de olsa teknecilik, temel kurallara dayalı, kısıtlı imkânların ve kaynakların tutumluca tüketildiği bir oyundur. Oyuncular bazen miço, bazen aşçıbaşı bazen de safi kütledir.
Tekne, kaptanı açısından bakılınca çok gurur verici bir yaşam şekli. Teknenin göstergeleri ile yol almak, rengarenk halatları düzenli tutmak, harita bilgisini değerlendirmek, yelken açıp misafirlerin keyişe şakalaştığını gözlemlemek, belki de pek çok badireyi hissettirmeden atlatmak. Neredeyse anaç bir koruma içgüdüsü ile teknedeki herkesin güvenliğini sağlamak. Ve eğlencenin bir parçası olabilmek. Eğer bir kaptana sesleniyorsanız ve o ilk kerede duymuyorsa, ya yan teknenin attığı çapanın istikametini kontrol ediyordur, ya da haritada gördüğü bir kum bankını nasıl atlatacağını tasarlıyordur. Mazur görün.
Tabii ki bir de alt ekip gerek. Depoları seyirden önce doğru miktarlarda yiyecek ve içecekle dolduran, mide saatlerinden bir adım önde düşünerek zamanlamayı ayarlayan, ancak bunu yaptığını hissettirmeden huzur ortamını devam ettiren bir asistan. En büyük rol ise teknenin misafirlerinindir. Onlar da temel kuralları uygulayarak alt yapıya katkıda bulunurlar. Örneğin, tuvaletlere kağıt atmamak, lastik tabanlı da olsa ayakkabı giymemek, en azından tekne sahibi giymeden buna yeltenmemek. Yumuşak çanta ile ve az eşya ile gelmek. Teknenin kaptanından daha fazla bilgi sahibi olma durumunda bile arka planda kalmayı becermek. Koylarda yüksek volümlü müzik açmamak. Teknecilik bireysel bir yaşam tarzı olduğu kadar bir sistemin parçası olmayı da gerektiriyor. Bütün bir koyu darbuka tef sesleri ile doldururken ertesi sabah güne aynı teknelerle başlanacağını unutmamak gerek. Rahmi Koç’un Deniz, Gök ve Biz adlı kitabında misafirlere esprili bir öğüt de vardı: ‘kıyafetlerde, çapa, halat, gemi yahut gemi bayrakları resmi ve motişeri olmasın.’
Ancak her şey tamam da olsa, bir teknede geçirilen zamanı unutulmaz kılan teknenin ahalisidir. Ahalinin yarattığı sinerjidir daha doğrusu. Asgari yaşam koşulları sağlanınca tekne artık bir şölene dönüşür. Sabah saatlerinin ıssızlığında karadaki keçilerin gürültüsüne uyanmak, açık havada yatarken yorgana bir damla daha sarınıp son bir şekerleme yapmak, sabahlayana şapka çıkarmak, uyuyanı rahatsız etmemek… Yardımlaşmak. Teknenin koya yanaşması iş birliği anıdır örneğin, herkesin kaptana yardım etmesi gerekir. Miçolukla ilgisi olmayanlar dahi kendini iplerin boşunu alırken bulabilir. Akşam yemekleri için seçilen minnacık balık lokantaları, bazlama satan köylülerin tekneye uğraması. Birbirine karışan eşyalar, havlular, denizi boylayan elektronik cihazlar…
Hepsi bir yana, teknecilik, aklını evde bırakacağın bir tatil şekli değil. Keşfetmeye, iç huzuru bulmaya, biraz içip dağıtmaya çok müsait bir ortam. Her nefes alışın bayrama dönüştüğü, her lokma yiyeceğin şükrederek kabul gördüğü, kadehlerin dostluğa kaldırıldığı bir mutluluk şekli. Yorgunluk ile dinlenmenin iç içe geçtiği. Bir gün tekne tatili yapmaya fırsat bulursanız teknenin seyir defterine iki üç cümle not etmeyi ihmal etmeyin. Çünkü kimse teknenin o minnacık gövdesinden teğet geçmiyor, herkes tekneye ruhundan bir parça bırakıyor. Ve o tekne anı topluyor.