Sokak kedisinin anlatamadıkları

Yazımın başından belirtmeliyim, içimi buran ve üzücü bir olayı kaleme alıyorum.

Köşe Yazısı
17 Temmuz 2013 Çarşamba

David OJALVO


Sakin bir pazar akşamında caddeden aşağı, evime doğru yürüyordum. Güneşin ışıkları iyice eğikleşmiş, günbatımı zarif yüzünü gösteriyordu. Kaldırımda birkaç kişi ya var ya yoktuk. Havalar nice yazdan bu yana mevsim normallerinde seyrettiği için nispeten hafif hissediyordum. Derken bir kedinin kızgın sesi bölüverdi içsel sessizliğimi. Bir anda arkamdan belirdiler. Burnunun ortası benekli sinirli kedi, bir diğerini, tekiri kovalıyordu. Hızla yolun karşısına geçtiler. Sokağın köşesinde benekli kedi, tekiri sıkıştırıp tırmalamaya başladı. Hemen akabinde tekir karşıdan karşıya geçmek üzere yeniden atılmıştı ki, kaderine engel olamadı. Ne tekirin ne de şoförün birbirlerini fark etmeye yetecek vakti vardı. Araba çarptı ve yoluna devam etti. Tekir hafiften bir titredi ve dünyamızdaki rolünü tamamladı. Başı sonu saniyelerle ölçülebilecek bu olaya, ben ve birkaç kişi birlikte tanık olduk. Bir adam, cansız tekiri kaldırımın kenarına çekti ve üzerini plastik bir kılıfla örttü. Yapılabilecek daha ne vardı? O an içimin burukluğundan, düşünemedim. Yürüdüm ve eve döndüm. Sorular ağır ağır belirdi. Tekiri belediye görevlileri mi toplardı? Gömerler miydi? İstanbul sokaklarında nice kedi ve köpeğin başından neler geçiyor? Caddede karşılaştığım olay, belki de otoyollarda sıklıkla tekrarlanıyor. Gezi Parkı olaylarında da evcil hayvanların zarar gördüğü sosyal medyaya yansıdı.

Çerçeveyi genişlettiğimde sadece sokaktaki canlıların değil, zamansız, haksız kayıpların gerek ülkemizde gerek dünya genelinde yaşandığını pekâlâ ben de biliyorum. Özünde isyan duygusuyla büyüyor böylesi üzüntüler. Bir yanınız sahip olduklarınızdan ötürü şükretmeyi daha da içselleştiriyor, duyarlı yanınız ise soruları yanıtlamakta emekliyor. Yaşam serüveninde birey ‘bencilliği’ tanımladığı kadar, vicdanı doğrultusunda olumsuz çağrışımları yıkmaya çabalıyor. Aradığımız yanıtların kimi davranışa dönüşüyor, kimi suskunluğa. Sonuçta bugün için, talihsiz kediden yola çıkarak düşüncelerimi yazımda toparlamayı kararlaştırdım.

***

İstanbul’da sayısız kedi yaşıyor. Son dönemde Harbiye’de, Nişantaşı Parkı ve etrafında onlarcası var. Duyarlı mahalle sakinleri, köşelere mama, yemek bırakıyor. Cihangir hatırımda hep kedileriyle yer alıyor. Çamlıhemşin’de yaşadığım dönemde, vadide gruplar halinde köpekler gezinirdi. Akşam olunca çakallar ulumaya başlardı.

Kimi kedileri daha çok sever, kimi köpekleri… Onları beslemek kadar, toplumsal bazda kısırlaştırma çalışmaları, sokak hayvanlarını akıbeti açısından önemli. Evcil hayvanlar farklı yönleriyle sevilir, takdir edilir. Bir bakış açısını anımsatmak isterim. Hayvanlar, kolay kolay değişmiyor. Onların davranışları, sadakati ve sevgisi baki, karşılıksız Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, evcil arkadaşlarımızın hareketleri az çok kestirilebilir. Dedikodu yapmazlar, modaya uymazlar, teknoloji aramazlar, tweet atmazlar. Alışveriş merkezleri onlar için ifadesizdir, parkları yuva bilirler. Elbette mantık süzgecinden geçirdiğimizde, insanlara göre onları konumlandırmanın da sınırı var. Oysa görmeyi, algılamayı istediğimizde, kendimize, insana dair anlattıkları zengindir. Keşfettikçe, yakınlık kurdukça onlardaki mütevazılığa öykünebiliriz gibi, değil mi? 

***

Pazar akşamı gözlerimin önünde ve benekli kedinin hiddetini anlayamam. Belki başka koşullar altında enerjisini atar, sakinleşirdi. O kızgınlığının sonucunu kavrayamayacak; doğasına dair farkındalığa sahip olan insanoğlu. Biz sinirlendiğimizi anlıyoruz; ama kapsamlı bir anlayış, sonuçları da öngörebilmeyi gerektirir. Böylelikle ya dünya daha yaşanılabilir bir yere dönüşür ya da varoluşun zayıflığına yönelik yakınmalarımız sürer gider...