Ben büyüyünce… Sınava gireceğim!

Köşe Yazısı
31 Temmuz 2013 Çarşamba

David OJALVO


Başarının farklı ölçütleri var hayatta. Onların en başında gelenlerden biri, sınavlar. Son dönemde sınav olgusu (bir kez daha) hayatımın merkezinde yer alıyor. Ne var ki bu konuyu seçmemin nedeni kendi hayatım değil. Bir dostumun kızı, bu bahar ilköğretim sürecini dereceyle tamamladı ve liseye giriş sınavlarına katıldı. Sınavda yüz soruda doksanın üzerinde bir başarı gösterdi. Düz bir mantıkla, yüzde 80-90’lara varan bir oran, fazlasıyla takdire değer. Gelgelelim yanılıyordum; çünkü sistemin uzağındaydım. İstanbul’un en gözde liselerine girebilmek, 100 soruda 1-2 yanlıştan daha fazlasıyla mümkün değildi. Hedefler büyüdükçe, hayallerin zemini bir kez daha kırılganlaşıyordu. Bu işin yaş tanıdığı yok. Dolayısıyla üzüldüm. Onlu yaşların henüz ilk yarısı bitmeden, hedefler katılaşıyor, öncelikler keskin çizgilerle sınırlandırılıyordu. Yarış, daha lise çağına varmadan, acımasız. Yüzde 90-95’lik başarıya sevinemiyorsunuz. Kaldı ki sınavlar bir yana, hayatta birçok zorluğu yüklenirken, sevinmek, gülmek gençlerin en doğal hakkı. Oysa ülkemizde onların yaşamı bir yönüyle yüzde 98-99’larda sıkışabiliyor.

15-20 yıl öncesini gözlerimin önüne getiriyorum. Kendi kuşağım ilkokul beşinci sınıfı bitirdiğinde lise sınavlarına girmişti. Pek bir varlık gösterememiştim o günlerde. Hatta çoktandır algılarım yabancılaşmış ilkokulu bitirdiğim döneme. Özel Okullar Sınavı, Anadolu Liseleri Sınavı… Benzeri bir yarış söz konuydu; ama sanki o çocuk halimle yarışın anlamını kavrayamamıştım. Şimdi geçmiş ile bugünü değerlendirirken, onlu yaşlarındaki gençlerin özgürlüklerini yaşamaları gerektiğine inanıyorum. Elbette iyi bir liseden mezun olmanın değeri baki; ama sınavlar bitmiyor. 4-5 yıllık lise hayatının ardından, üniversite sınavı… Çerçeveyi daha da genişlettiğimizde, üniversite sonrası kamuda çalışmak için kamu personeli seçme sınavını vermek gerekiyor. Devletin nazarında, üniversite eğitiminin değeri sınırlı… Özel sektör, nitelik bazında bir arayışta değil. “Az maaş, çok mesai, yüksek kârlılık” ağır basan gerçeklik. Günümüzde artık herkesin yeri doldurulmakta… Üretime değil, tüketime dönük ekonomik sistemin aracı konumunda günümüz çalışanı.

Tüm bu zorlukların arasında seçimleri dikkatli yapmak şart… Hep vurgulandığı gibi, sevilebilecek mesleği seçmek en temel öncelik. Bu öylesine hassas bir nokta ki! Doğru mesleğe yönelmek için de insanın kendisini, yeteneklerini, tutkularını tanıması, keşfetmesi şart. Kanımca, ‘motivasyon’ kavramının özünde, varılacak hedefi özenle belirlemek yer alıyor. Her birey ayrı değerlidir ve kimi keşifler, zaman alıyor. Liselere giriş sınavı bu açıdan bakıldığında, gençlerin kendilerini tanımalarına herhangi bir katkıda bulunabilir mi? İyi bir lisede okuyabilmek adına bu zor yarışın anlamı ne? Başarı arzusunda aileler de, öğrenciler de haklı; ama sınava çalışılarak harcanan onca zaman gençlerin kendilerine kalsa, daha iyi olmaz mıydı?  Bu, açıkçası kökleri derin, ekonomik boyutu da olan sosyal bir sorun. Bu, eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin toplumsal sonucu… İyi eğitim veren, iyi olanaklara sahip okulların ardından, diğer öğrenciler nerelere yerleşiyor? Lisenin akabinde, üniversite süreci de benzer boyutlar taşıyor. Olumlu ve olumsuz yönleriyle “bencilleşme” burada da var. “Benim çocuğum iyi okullarda okusun” kaygısı yaşanıyor ve tüm bu sınavlara giren milyonlarca kişinin toplamı “bizim ülkemiz.”

Geleceğin daha iyi olması, daha iyi bir eğitime bağlı… Daha iyi bir eğitimi ise tüm çocuklar eşit derece hak ediyor. Siyasetçi değilim; ama olsaydım bu hassasiyeti sık sık düşünür, her fırsatta duyururdum.