Çevirmek için altı ayımı ve kendimden pek çok şey verdiğim kitabın matbaadan gelen baskısını dün nihayet elime aldım, sevgili okurlar. Bu yazım gazetede yayımlandığında, kitabın tanıtımı belki çoktan yapılmış olacak, kiminiz de kitabı okumuş bitirmiş olacaksınız.
Hangi kitaptan söz ediyorum? İsrail’in bir Holokost kurtulanı olan sabık Aşkenaz Baş Hahamı Rabi İsrael Meir Lau’nun otobiyografi niteliğindeki anılarını içeren Derinliğin İçinden... Son derece yetenekli bir hatip olan Rabi Lau konuşmuş, konuşmalar önce İbranice olarak kâğıda dökülmüş, sonra da iki hanım tarafından İngilizce’ye çevrilmiş. Ben de İngilizce çeviriden Türkçe’ye tercüme ettim ama nasıl? Bu işe -belki de görev demem gerekiyor çünkü Holokost’la ilgili ne varsa, hemen hepsi bir şekilde bana ulaşıyor- nasıl hazırlandım?
Farklı kitleler tarafından çok sevilen bir kişi olan Rabi Lau, ilerleyen yaşına rağmen ya da sayesinde, son derece karizmatik ve popüler. İnternet’te konuşmalarının, anılarını da içeren bir sürü kaydı mevcut. Benim de ilk yaptığım, o kayıtları izlemek oldu. Böylece onunla bir nevi tanışmış oldum. Hayatını çevirmekte olduğum kişiyi gözümün önünde canlandırabildim.
Evde çalışmak büyük disiplin gerektirir. Evet, bir ofise gidermiş gibi yolda vakit kaybetmezsiniz ama evde oturuyormuş gibi ev ve mutfak işlerine de girişemezsiniz. Kendinize çalışma saati olarak belirlediğiniz süreye çok saygı göstermeniz gerekir. Kararlaştırdığınız saatte masa başına oturur, kısacık aralar dışında bilgisayarın başından kalkamazsınız. Beliniz ve boynunuz ağrır, gözleriniz yanar, beyniniz bulanır, şeker diye inlemeye başlar. Hareketsizlikten ve tatlı yemekten şişersiniz. Telefonda arayan en yakınınız bile olsa, başınızdan savmaya çalışırsınız.
Çeviriyi boş zamanlarda, iş olsun diye yapılan bir uğraşı olarak görmek yanlıştır çünkü başlı başına bir meslektir. Yaptığınız, sadece sözcükleri çevirmek değildir. Bir ruh halini üstlenmeniz, yaşamanız gerekir. Yazılı olanları içselleştirerek bir kültürden başka bir kültüre aktarırsınız. Yedi buçuk yaşında iken ağabeyi ile birlikte toplama kamplarının en korkunçlarından biri olan Buchenwald’a sevk edilen İsrael Meir’i hissetmem gerekiyordu. İnanılmaz kahramanlık gösterilerinde bulunan ağabeyi Naphtali’yi de öyle. Kendimi onların yerine koyup az ağlamadım. Aklıma kendi anlamsız dertlerim, takıntılarım geldi ve utandım. Küçücük yaşında anne baba kaybı, dayanılmaz bir açlık, dondurucu soğuklar, karanlık ve ölümle tanışmak -tanışmak ne kelime, bunları yaşamak- zorunda kalan o çocuğu düşündüm durdum.
Rabi Lau 1000 yıllık kesintisiz bir hahamlar zincirinin son halkası. Arkasında tam 38 haham nesli var. Ve bu inanılmaz zincirin Holokost sırasında kopmasına ve tarihin tozlu sayfalarında kalmasına, belki de unutulmasına ramak kaldı. Ancak Kutsal Olan buna razı gelmedi çünkü başka planları vardı. Daha on yedi yaşında olan Naphtali’ye mucizevî bir güç ve dayanıklılık, dehaya varan bir zekâ vererek, çocuk İsrael Meir’i kurtarmasını, yetiştirmesini ve bugünkü ünlü Baş Haham’a dönüştürmesini sağladı.
Kitap İsrael Meir’in babasının Polonya’da tutuklanması ile başlıyor, gettoda, sonra da Buchenwald’da devam ediyor ve Kutsal Topraklar’da sonlanıyor. Aşem’in, İsrael Meir’den küçük yaşında bir çırpıda aldıklarını, zamanla fazlasıyla geri verdiğini izlemek, insanda umut uyandırıyor. Bir Buchenwald öksüzünün nerelere Derinliğin İçinden çıkıp tırmanabileceğini okumak insanı esinlendiriyor. Aşem’in Bene Yisrael’i Mısır’dan çıkaran kuvvetli Elini, Rabi Lau’nun kitabının hemen her sayfasında görmek mümkün. Bu kitapta ümitsizliğe, boyun eğmeye, pes etmeye yer yok.
Kitabı çevirirken zorlandım açıkçası. Bir kere kitabın başında yedi yaşındaki bir çocuk olmak zorunda kaldım. Neden bilmem ama çocukken ben de annemi kaybetmekten hastalıklı bir şekilde korktuğumdan, İsrael Meir’in ruh hali bana yabancı gelmedi. Hep bir ‘koruyucu’ ağabeyim olsun istediğimden, Naphtali’ye kayıtsız şartsız itaat edişini hiç yadırgamadım, aksine benimsedim. Holokost’u içimin derinliklerinde hissettiğimden zulmün hiçbir şekli beni şaşırtmadı. Ama güç olan, bunu günlerce, haftalarca yaşamak ve aktarmak oldu. Bazı sözcükleri seçerken, ben İsrael Meir olsaydım, ne derdim diye düşündüm. Ve bu kişilik değişimi beni zorladı.
Kitabı okurken fark edeceksiniz, her bölüm bir konuyu ele alıyor ve orada tamamlıyor. Dolayısıyla geçmiş, şimdiki zaman ve öykünün sonunda olacaklar, bir paragraf içinde yer alabiliyor. İngilizce fiil çekimleri buna izin veriyor ama Türkçe öyle değil. Başkasından duyduklarınız için miş’li geçmiş zaman kullanırken sonra geniş zamana, arada di’li geçmiş zamana ve birden şimdiki zamana geçmeniz gerekiyor. Bu durum, editörüm Gila ile beni oldukça zorladı. Ancak öte yandan, kitabın okunuşunu çok kolaylaştıran bir yazım şekli.
Gila Erbeş ve Rav Mendy çeviri sırasında manevi desteklerini hiç esirgemedi. İkisine de teşekkür borçluyum. Ve tabii bana tahammül eden yakınlarıma.
Bir yazar ya da çevirmen kitabını ilk eline aldığında ne hisseder? Size söyleyeyim. Büyük bir sevinç ve coşku hisseder diyorsanız, yanılıyorsunuz. Öncelikle endişe hisseder. Kitabı açmaya korkar. Neden mi? Bir hata ile karşılaşmaktan ürker. Bir süre sadece kitabın kapağını seyreder. Sayfalarına ancak bugün bakabildim ve orijinal kitapta renksiz olan bazı fotoğrafların renkli basıldığını gördüm.
Kitabımız güzel oldu sevgili okurlar. Tarafsız bir gözle, rahatlıkla okumanızı tavsiye edebilirim. Nice kitaplarda tekrar buluşmak umuduyla...