“Küreselleşmeyle birlikte spor-politika-ekonomi üçgeninde giderek artan karşılıklı bağımlılık, diğer hiç bir sporda (hatta herhangi bir kültürel olguda) olmadığı kadar siyaseti etkileyebilmesi ve siyaset için kullanılabilirliğiyle futbolda çok rahat gözlemlenebiliyor.”
İstanbul’da oynanan sıradan bir lig maçı. Dakikalar 34’ü vuruyor. Tribünler bir anda oyunun psikolojisinden çıkıyor ve hep bir ağızdan tezahürata başlıyor:
“Her yer Taksim, her yer direniş!”
“Sık bakalım, sık bakalım, biber gazı sık bakalım…”
Dakika 26… Bir futbolcu takımının ikinci golünü atıyor. Doğal olarak seviniyor. İlginç olan ise sevincini Müslüman Kardeşler’in Rabia işaretini göstererek dışa vurması…
Yine aynı maçta şeref tribünü… Gol yiyen takımı tutan Mursi kaşkollu kişiler bu gole üzülmelerine rağmen futbolcunun gol sevincinde yaptığı hareketi alkışlıyorlar…
Ligler başladı… 32 senelik hayatımda ilk defa kombine kart satın aldım… Yalnız benim için ilk olan bu sezon, aslında senelerdir kombine kart satın alan müdavimler için de birçok ilke gebe olacak gibi gözüküyor…
Zira Türkiye tarihinde ilk defa tribünler bu kadar siyasi, ilk defa tribünler bu kadar karışık, ilk defa tribünler psikolojik olarak bu kadar dolmuş da taşmış…
Spor Bakanı Suat Kılıç iki gün evvel şu açıklamayı yapıyor: “Tribünlere siyaset girmemeli… Bir kısmı slogan atarken, bir kısmı karşı çıkıyor. Ben ‘Siyasi slogan tribünleri böler’ dedim. Kaldı ki, 50 bin kişilik statta 5 bin kişiyi tutuklayacak haliniz yok. Slogan atıyorlar, atsınlar… Bizim kulüplere ne kötülüğümüz oldu? Muhalefet sandıkta yapamadığını, siyasi faaliyet olarak yapamadığını tribünlere nifak sokarak yapmaktadır. Bugün olmasa bile o tribünler 1-2 yıl sonra bölünecek. Ben bunu gördüğüm için söylüyorum, yapmasınlar, yazıktır”
Sayın Kılıç’a bir konuda katılıyorum. Taraftar grupları Türkiye’nin birebir yansımasıdır. Türkiye’nin genlerinde tarih boyunca bütünlük olmuştur. Farklı dinler, ırklar, milletler, siyasi düşünceler bir arada yaşamış ve son günlerin sık kullanılan tabiriyle “birbirlerinden kız alıp vermişlerdir.”
Ancak erken 21. yüzyılın bu en ateşli günlerinde, dünya kaynama noktasına gelmişken ülkemizde oluşumu aşikâr hale gelen birbirlerine karşı pek de iyi duygular beslemeyen suni grupların aynı amaç için toplandıkları tribünlerde dahi birbirleriyle çatışmaları, ülkenin halihazırdaki durumu göz önüne alındığında bana oldukça kaygı verici geliyor.
Mustafa Aydın’ın 2002 yılında kaleme aldığı ‘Futbol Hiçbir Zaman Sadece Bir Oyun Olmadı – Spor & Siyaset İlişkisi’ adlı akademik çalışmasının şu cümleleri oldukça dikkat çekici:
“Futbol, örneğine belki de savaş dışında başka hiç bir sosyal olayda görülemeyecek oranda katılımcıları ve izleyicileri arasındaki yaş, cinsiyet, kültür ve sosyal sınıf farklılıklarını aşarak benzer duyguları harekete geçiren bir olgu. Günümüz post-modern toplumunda spor, teknoloji, siyaset ve ekonomin aşırı iç içeliğinin en iyi örneklerinden birini teşkil eden futbolu artık hiç kimse ‘sadece bir oyun’ olarak görmüyor.”
Bu saptamadan hareketle tarih boyunca birçok siyasetçinin - Marx’ın deyişiyle toplumun afyonu olan – ‘futbol’un gücünü kullanarak siyasi otoritelerini pekiştirdiği bir gerçek.
Ancak yine tarih boyunca birçok siyasetçinin futbol maçları sırasında tribünlerde başlayan protesto hareketleri sonucu güç kaybına uğradıkları da bir gerçek.
Dolayısıyla tarihi biraz okuyan herhangi bir siyasi otorite futbolu ve dolayısıyla tribün hareketlerini kontrol edemezse, güç kaybına uğrayacağının bilincindedir.
Yine Mustafa Aydın’ın çalışmasından:
“Küreselleşmeyle birlikte spor-politika-ekonomi üçgeninde giderek artan karşılıklı bağımlılık, diğer hiç bir sporda (hatta herhangi bir kültürel olguda) olmadığı kadar siyaseti etkileyebilmesi ve siyaset için kullanılabilirliğiyle futbolda çok rahat gözlemlenebiliyor.”
Futbolu tarih-siyaset-ekonomi-sosyoloji dörtgeninde inceleyen Mustafa Aydın ve (kısa süre önce sayfamıza da iki yazı gönderen) ‘Futbol Asla Sadece Futbol Değildir’ kitabının ve Financial Times gazetesinin yazarı Gad Simon Kuper gibi araştırmacıların bu konudaki genel tespitleri şunlardır:
Futbol güçtür! Tarih boyunca siyasi otoriteler futbolu kontrol altında tutmak istemiştir. Tutabilirlerse rüzgarın itici gücünü arkalarına alıp hız kazanırlar… Tutamazlarsa rüzgarı tersten yiyip alabora olurlar…
Futbol kulüp başkanları çok güçlü kişilerdir. Tarih boyunca bu kuvveti arkasına alan siyasi güç avantaj sağlamış, karşısına alan ise problem yaşamıştır.
Halkın herhangi bir şeye karşı tepkisini en rahat dile getirdiği yer futbol tribünleridir. Hatta halk üzerinde en çok baskı kuran, en korkunç rejimlerde dahi (örnek: Günümüz İran’ı, Kaddafi Libya’sı, Peron Arjantin’i, Franco İspanya’sı, Hitler Almanya’sı) halk otoriteye karşı tepkisini futbol tribünlerinde dile getirmiştir.
Bugün futbol paradır… Hem de çok paradır!
Futbol tarihimizi, sadece atılan goller ya da verilmeyen penaltılar olarak değil; bir kez de yukarıdaki tespitler ışığında değerlendirmenizi tavsiye ederim…
Bu arada; Usame Bin Ladin sıkı bir Arsenal taraftarıydı!