Geçtiğimiz yıl 4+4+4 uygulamasındaki 60/66 ay uygulaması sonucunda hazırlıksız okullara hazır olmayan çocuklar gönderilmişti. Bunun yanlış ve zararlı olacağına ilişkin görüşlerimi sayısız yerde yazdım, söyledim. O dönemde ‘ideolojik’ itiraz ilan edilen bu görüşlerimden derlediğim bir yazıyı konuyu hatırlatmak için sunuyorum. Ağustos 2013’deki yeni ‘düzenleme’ ile sınır 69 aya çekildi, daha üzerindeki kesime de ‘rapor’ ile erteleme hakkı getirilerek, bir anlamda kısmen başlangıç noktasına dönüldü.
İşin ilginci, çocuklarına okulöncesi eğitim olanağı sağlamış olan (ve çocukları bu durumdan en az zarar görecek olan) kaygısı yüksek anne babaların telaşı yüksek, zarar görme olasılığı en çok ancak kısa vadede ev yerine okulda olması bir anlamda sosyal olarak daha iyi gözüken bu alternatifi benimseyen yoksul kesimlerde ya da yoksul olmasa da bu konuları daha az dert eden anne babalarda ise telaş daha azdı. Yeni düzenleme toplumun yoksul ve çok çocuklu aileleri açısından çocukların eskisine göre bir yıl daha erken okula gitmesini sağlayarak bu aileleri bir anlamda rahatlatıcı ve yüklerini azaltıcı etki getirmiş olabilir. Ancak, bu rahatlatmanın (gerçekleşse bile) etkisi kısa vadeli.
Çocuğun zihinsel ve beyinsel gelişim düzeyine uygun bir eğitim içeriği tasarlanmadan, hazır olmadığı bir eğitim yükü altına vakitsizce giren çocukların gerçek anlamda iyi bir eğitim almayacağı apaçık. 2013’de ortaya çıkan tablo düşük olasılıklı ‘iyi senaryo’nun pek gerçekleşmediğini gösterdi.
Bazen eğitim ya da psikolojik gelişim gibi konularda ailelerin tercihlerini bilimsel gerçekler ya da uzman görüşleri değil, hayatın o anda zorunlu kıldığı durumlar belirleyebiliyor. Doğru olanı bilmek uygulamaya geçirmeye yetmiyor. Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde kaleme aldığım yazılardan bir ‘ortaya karışık’ ile konuyu kendimce aydınlatmaya çalışacağım.
Birinci sınıfa başlangıç yaşını erkene alan ve alelacele yapılan düzenlemelerin çocuk psikiyatrisi alanına giren tipte sorunları (dikkat eksikliği, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü gibi, akademik sorunlara ikincil duygusal sorunlar, sosyal kaygı gibi meseleler) arttırıcı olmasından ciddi endişe duymaktayım. Zihinsel ve beyinsel olgunluk, sınıflardaki öğrenme ve uyum için bir önkoşuldur. Özellikle dikkat işlevleri beyin olgunlaşması ile net bir ilişki içindedir.
Çocuklar çevrenin kendileri üzerindeki etkisini süzmekte çok başarılı olamadıkları için, dikkatleri kolayca çelinir. ‘Tahtayı’ ya da tableti takip etmek zorlaşır. Kalabalık, gürültülü ve sıkışık mekânlarda öğretmenlerin öğrencilerine erişimleri de kısıtlanır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu semptomlarını taşıyan çocuklar genellikle çevre koşullarının etkisine daha açık, kolayca dağılıp davranış kontrolünü kaybettikleri için ‘yaramaz’, ‘azgın’ ya da ‘dalgın’ gibi sıfatlarla tanımlanırlar. Tabii, her ‘azgın’ ya da ‘yaramaz’ DEHB değildir.
Kendini kontrolün gelişimi: Okullarda aynı sınıf içinde yaşı daha küçük olanların kendilerinden sadece 11 ay daha büyük olanların iki katı oranda davranış problemi göstermesi ise bu probleme zemin teşkil eden zaafın yaşa bağlı olarak azaldığını düşündürür. Kendini kontrol becerisi zaman içinde özellikle 7 yaş (84 ay ve sonrası) civarında çocukların yarısında tam, yaklaşık yüzde 40’ında ise tam olmasa da ‘idare’ edecek kadar mevcuttur.
Beyinde kendini kontrol becerisinden sorumlu alanlar (başta prefrontal korteks) da 7 yaş civarında aynı oranlarda gerekli olgunluğa (kortekste belli bir kalınlık) erişirler. Bu noktadan sonra, ergenliğin başlangıcına (12-14 yaş) kadar gelişmelerini derinleştirirler. Bağımsız gelişmelerini tamamlamış beyin bölgeleri ergenlikte birbirleriyle bağlanarak ortak ve koordinasyon içinde çalıştıkça olgunlaşma yönünde ilerlenir (16-18 yaş).
Tipik gelişen çocuklara göre yaklaşık 2,5 yıl kadar geriden takip eden DEHB tanılı çocuklar ise beyin gelişimlerindeki bu gecikme sebebiyle başka çocuklar için uygun sayılabilecek (açıkçası bu da pek doğru değil, ama öyle varsayalım) eğitim ve davranış kontrol yükünü taşıyamaz durumdadırlar.
Gelişim hızı her çocukta, elbette, aynı değildir. Ancak sınıfın ortalama temposundan kopacak kadar geride kalan ve öğrenme ve davranış sorunları gösteren (çoğu DEHB tanılı) kesim genellikle sınıfın yüzde 5-7’si oranındayken, müfredat ağırlığı ve uygunsuzluğu, fiziki koşulların yetersizliği, yoksulluk ve toplumsal travma, yetersiz öğretici kadro gibi etkenler bu oranı yukarı tırmandırır.
İstanbul’da bir ilçede yaptığımız çalışmada orta-üst sınıfların bulunduğu bölgedeki devlet okullarında oranlar ABD’deki oranlara benzerken, kalabalık göçmen ve yoksul ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü okullarda davranış ve öğrenme sorunu (en sık dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu) gösterenlerin oranı hızla en az iki katına tırmanıyordu.
Bunun üstüne, aynı yaşta olan çocuklar arasında bile ay farkına bağlı olarak ne kadar küçükseniz, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu sorunları yaşama olasılığınız yükseliyor.
Çocukların davranış ve dürtü kontrolü açısından gereken yeterli beyin gelişimi ortalama ancak 7 yaş civarında tamamlandığını düşünürsek, birinci sınıf olma yaşının daha da aşağıya çekilmesi ve yüklerin çocuklara göre ayarlanmaması çok istenmeyen sonuçlar doğurabilir. 60/66-71 ay arasındakileri okulöncesi yerine, içerik hafifletilmiş de olsa eğitimcileri, sınıf nüfusu ve fiziki koşulları yeterli olmayan birinci sınıflara gönderdiğimizde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu oranının katlanması çok muhtemel olur.
Yeni düzenlemeler, eski düzenlemede çözülememiş (ama faaliyet raporlarında hallolmuş gibi gözüken) bu sorunların, DEHB özelliği taşımayan çocuklara yayılması olasılığını getirmektedir. Üstelik okulöncesi eğitim ile kendini kontrol becerileri (ve bir olasılık buna zemin teşkil eden beyin bölgeleri) vakitlice ve yeterince gelişme fırsatı bulabilecekken, bu yol şimdilik tıkanık gözükmektedir.
Birinci sınıf olarak ilan edilen ama okulöncesi müfredatı okutulacağı belirtilen çocukları okul-öncesi ilan etmek, gereksiz yük almayı engelleyici ve en kısa vadeli çözüm olabilir.
Yaygın ve herkese eşit sağlanan okul öncesi eğitim, kişilik gelişimini ve akademik performansı olumlu etkileyecek, toplam 12 yıllık eğitim sürecine ve toplumsal hayata iyi bir başlangıç sağlayacaktır.
Aksi takdirde, sadece sınavda çıkacak soruların cevaplarını ezberleyen, okuyan ama okuduğunu anlamayan, toplama çıkartma yapan ama problem çözemeyen, evinin yolunu tarif edemeyen, çok eğitim görmüş ama hiç bir şey öğrenmemiş gençlerin oranı iyice artacaktır.