Her birimizin öncelikli olarak tek bir kutsal misyonu olmalıydı bu hayatta. Her şeye rağmen, her türlü kaosa ve karanlığa rağmen hakikati aramak olmalıydı yegâne amacımız. Biz bunu unuttuk. Tanrı affetsin
Gerçekten de kaotik bir dönemden geçiyoruz, hem ülke hem de dünya olarak.
Büyük dünya savaşlarının karanlık dönemlerini yaşamıyoruz ancak, iletişimin hızı ve teknolojinin büyük gücü ile kaosun yıkıcı fotoğrafıyla birlikte yaşıyoruz her gün.
Kaosun rüzgârına göre bir oraya, bir buraya salınıyoruz, ötekimizle kavga ediyoruz, onun dediğinin tersini söylemek için bin bir dereden su getiriyoruz. Anlaşma, mutabakat unutulmakta olan bir reflekse dönüşmüş durumda. Anlaşma yapmanın kendinden, egondan taviz vermek anlamına geldiği için şişirilmiş benliğimizin saldırgan üslubuyla davranıyoruz ötekine.
Oysaki her birimizin tek bir yüksek misyonu olmalıydı bu hayatta. Her şeye rağmen, her türlü kaosa, karanlığa rağmen, hakikati aramak olmalıydı yegâne amacımız. Bunun ışığında diğer ikincil amaçlar kendiliğinden yola girecekti nitekim.
‘Hakikate ulaşmak’ demiyorum zira hakikat dediğimiz gerçeklik, felsefi anlamda somut veya mutlak bir kavram değil, sonuç olarak. Hakikat sürekli bir dönüşüm içinde, biz kovaladıkça bizden kaçmakta adeta. Önemli olan onun izlediği yolu hissetmek ve sürekli ona ulaşmayı hedeflemek, hiçbir zaman ele geçirilemeyecekse de.
Lakin çok umutsuzum. Ünlü ABD düşünürü Charles Sanders Peirce’in dediği gibi, ‘bir gün birileri çıkıp; dünyanın, evrenin başka gezegenlerinden gelen kertenkele adamlar tarafından yönetiliyor’ dediğinde, inanın bunun hakikat olduğuna inananlar olacaktır. Zira kimilerimiz, gerçeği, hakikati aramaya zahmet etmeden inancına uygun kimi üretilmiş sözde hakikatlere inanmayı yeğliyor. Oysaki Peirce hakikatin, herkesin oturup, tartışıp, deneyimleyip mutabık kaldıktan sonra ortaya çıkan bir evrensel durum olduğunu söylüyor…
Doğru söylüyor, söylemesine de bugün dünyaya baktığımızda uzlaşı arayışında olanların ne kadar da azınlıkta olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz. Neredeyse, herkesin kendi gerçeği oluşmuş durumda ve kimse de ötekinin gerçeğine dokunmayı bırakın, varlığını bile kabul etmemekte ısrar ediyor.
Oysaki Tanrı insanı yaratırken ona, bireyi güçlü ve özel hale getiren aklı bahşetmiş, kullanması için doğal olarak. Akıl yerine, inanmak istediğimiz sözde gerçeklere topyekun biat edince kaos durdurulamıyor; zira her bireyin kendi gerçeği ötekiyle tezat teşkil ediyor. Sağırların diyalogu hakikati bize yaklaştırmıyor.
***
Pozitif bilimlerde hakikate ulaşmanın iki metodu vardır. Biri deneme-yanılma metodu, diğeri ise aranılan hakikat hakkında sonsuz sayıda deney yapmak. Deneme- yanılma, yanlışları doğrulardan ayırarak bilimsel gerçeğe ulaşma yolunda önemli, ileri adımlar attırır. Bunu tamamlayan ikinci metot ise mümkün olduğunca çok sayıda deney yaparak nihai gerçeğe yaklaşmak. Tarihteki bütün bilimsel buluşlar ve keşifler bu yöntemle gerçekleşmiştir.
İşte bu ikincisi, sosyal bilimlerde de hakikat arayışı yolunda önemli bir amaç olmalı.
Peirce’nin mutabakata dayalı hakikat teorisini en elzem teori olarak ele alacaksak, uzlaşmayı sağlayacak insan sayısında çok cömert olunmanın gereği ortaya çıkıyor. Ne kadar çok birey ile hakikati arama yolunda gidilirse, onun izine ulaşma olasılığı o derece artmış olacak.
Hakikat nihayetinde insan için olduğuna göre ona ulaşacak da her türlü farklı insanın toplamı olacaktır. İşte bu noktada ötekiyle, yabancıyla temasın ve diyalogun önemi ortaya çıkıyor. Bireyler arası diyalogun ötekiyi tanıma, anlama ve ortak sorunları çözme bağlamında sonsuz faydası olduğu bir gerçek. Bunu reddedenin elitist, ayırımcı ve giderek ırkçı yaklaşımı tarihin çöp sepetine atılmalı artık.
Hakikatin izleri, bireyin öznel dünyasının dışavurumuyla bulunmuyor son tahlilde.
Tanrı’nın yarattığı hakikatin izine ancak ve ancak, yine O’nun yarattığı akıl yardımı ve sonra da ötekiyle birlikte çalışarak ulaşılacak mutabakat neticesinde yaklaşılacak, hakikatin sürekli bir devinim ve dönüşüm içinde olduğu gerçeği de unutulmayarak.
Son sözümüz ünlü ABD yazarı Philip K. Dick’e ait olsun:
“Gerçeklik, ona inanmayı bıraktığın vakit, kaybolup gitmeyendir.”