Oruç tuttuk ya, neden görmedin?

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
11 Eylül 2013 Çarşamba

Siyaha boyanmış kocaman demir kapının bir kanadını ittiler ve içeri girdiler. Yüzleri aydınlandı birden. Aman o ne coşku, ne sevinç! Arkadaşlarını görmüşlerdi. Oysa daha bir gece önce telefonda konuşmuşlardı ama olsun. Yüz yüze görüşmek başka. Hemen yüksek sesle selamlaştılar ve sordular: “Gidiyoruz, değil mi?” Ortaköy’e kahvaltıya gidecekler, yer tartışıyorlar. Orası mı, burası mı? Bulundukları yer neresi peki? Mezarlık... Hadi kendi ölülerine saygıları yok, sizinkilere de yok. Neden olsun ki? Bakıyorum onlara, gencecik insanlar değil, hepsi yaşını başını almış.

Yapmayın, eylemeyin demek isterim, sesim çıkmaz. Söz verdim ya bir sene önce bir daha asla kimseyle atışmayacağım diye. Atışmak şart değil ama on kişiye birden söz geçiremem ki. Uyarmakla yükümlü olsam bile, hangi birini uyaracağım? Kim ister ki kalabalıkta uyarılmayı? Yüzünü kızartamam kimsenin. Kızaracağını varsayarsak tabii.

Yapmayın, sizi duyar onlar, varlığınızı hissederler, biliyorsunuz bunu. Yoksa niye ziyarete gelirsiniz? Geleneğimizde olmadığı halde niye çiçek getirip mezarlarına bırakırsınız? Ya da niye geleneğe uyarak taş koyarsınız ayakuçlarına?

Hal hatır soruyorsunuz bağıra çağıra birbirinize, ‘onların’ arasında dolaşırken. Üzülürler cevap veremedikleri için. Sizinle gülüp eğlenemedikleri için. Sizinle kahvaltıya gidemedikleri için. Söylesem size, deli dersiniz bana. Söyleyemem, susar kalırım. Kendi yakınınızın mezarına varmak için diğerlerinin taşlarının üzerine basarsınız, canları yanar ama sesleri çıkmaz. Nazik davranın desem, deli dersiniz bana bilirim.

Oruç tutacağız Şabat günü. Bütün gün yatakta yatarak mı? Mayo giyip aç karnına denize, havuza girerek mi? Çarşıya çıkıp canımız yiyecek ne çekiyorsa, saatler öncesinden alarak mı? Oyunlar oynayarak mı? Televizyon seyrederek mi?

***

“Oruç tuttuk da neden görmedin? Canımıza eziyet ettik de nasıl fark etmedin?” diye soruyorlar. Yahu oruç gününüzde bile zevk alacak bir şey buluyorsunuz ve tüm eziyet ettiklerinize baskı yapıyorsunuz. Aslında çekişmeye ve kavgaya bahane olması için oruç tutuyorsunuz. Kötülük yumruğu ile vurmak için! Ne de olsa oruç günlerinde halk bir arada toplanıyor, size de, cemaatte çekemediğiniz kişiyi görünce hemen kavgaya girişiyorsunuz. Bugüne uygun oruç tutmuyorsunuz ki, yücelerde duyurmak için sesinizi? Benim seçeceğim (ve kabul edeceğim) oruç, insanın canına eziyet ettiği gün böyle mi olmalı? Sadece başını saz gibi eğip, altında çuval bezi ve kül sermek mi? Oruç ve Tanrı’nın duayı kabul etme günü diye buna mı diyorsun?

“Benim seçeceğim ve kabul edeceğim oruç budur: Yoksulların boynuna doladığın kötülük düğümlerini aç, haksızlık bağlarını çöz, ezilmiş köleleri özgürlüğe gönder ve tüm haksızlığı kopart. Ekmeğini aç olanla bölmek, zavallı yoksulları evine almak, çıplak gördüğünü örtmek, kardeşini görmezden gelmemek değil midir yapman gereken?

Bunları yaparsan işte, o zaman ışığı, kalın sisleri şafak gibi yaracak, şifan çabucak yeşerecek, dürüstlüğün önünde yürüyecek ve Aşem’in Onuru, seni tsadiklerin ruhunun bulunduğu yere alacaktır. İşte o zaman sesleneceksin ve Tanrı cevap verecek. Sen haykıracaksın ve O, “Buradayım” diyecek. Eğer içinden haksızlığı, başkalarına zarar vermek üzere bırak yumruk atmak için elini, sadece parmağını bile uzatmayı ve kötü konuşmayı tamamen bırakırsan; buna karşılık güzel ve teselli dolu sözlerle aç kişiye ruhunu açıp, açlıkla eziyet gören bu canı doyurursan, o zaman ışığın karanlıkta parlayacak ve zifiri karanlığın yerini, öğle vakti gibi aydınlığa bırakacak.

Tanrı sana daima yol gösterecek, kuraklıkta bile canını doyuracak ve tüm bedeninin temel yapısı olan kemiklerini güçlendirecek. Böylece suya kurumuş bir bahçe ve suları yüzünü kara çıkarmayan bir su kaynağı gibi olacaksın. Senden kaynaklanan iyi davranışlar sayesinde dünyanın yıkıntılarını inşa edecekler ve her neslin yıkılmış temellerini sen, olumlu hareketlerinle tekrar ayağa kaldıracaksın.”

***

Bunları ben mi söylüyorum? Ne haddime? Peygamber Kitapları arasında en sevdiğim olan Yeşaya’daki bu bölüm, uygun teşuva şekline odaklanması sebebiyle Yom Kipur sabah aftarası olarak seçilmiştir. Uygun da laf mı? Cuk diye oturuyor bizim halimize.

Aşem’in her uyarısı, Onun istediğimiz şekilde hareket ettiğimiz takdirde üzerimize yağacak kutsamaların sıralanmasıyla son bulur. Neden Ona kulak vermeyiz peki? Ürkütücü kehanetleri dinlerken tüylerimiz ürperir de ders alır mıyız? Gönlümüzü okşayan vaatler, bizi doğru yolu seçmeye neden itmez? Hiç mi akıllanmayacağız?

Hep “Ben ne günah işledim ki?” bahanesine mi sığınacağız. Hep at gözlüğü ile mi bakacağız etrafımıza? Kabul edelim artık. Masum değiliz, hiçbirimiz. Ve önümüzde bir fırsat daha var. Artık kendimizi, dışarıdan bakıyormuş gibi inceleyelim ve eksiklerimizi görelim. Görelim ve düzeltme yolunda hiç değilse bir, sadece bir adım atalım. Bu sene bir, seneye üç...

Aşem, yargı kitaplarının açık olduğu bu dönemde hepimize merhamet etsin. Amen.