Fransızlar unutmuyorlar. Tarih bilinçleri oldukça derin ve köklü. Her sokakta, her semtte, her binada kültür miraslarının izleri var, hem Paris’te hem tüm Fransa’da. O binada yaşayan bir yazarın, o kafede felsefe sohbetleri yapan bir filozofun, adı sem tin parkına verilen bir ressamın, bir müzisyenin ayak izleri şehrin her köşesinde.
Nazi işgali altında kamplara gönderilen çocukların anısına okul binalarına konulan plaketler dünün en canlı hatıraları.
Patrimoine Culturel (kültür mirası) Fransızlar için çok ama çok değerli. Halk tarihine sahip çıkıyor, yaşam ortamının kalitesine özen gösteriyor, detayların korunmasına katkıda bulunuyor. Şehrini, köyünü tutkuyla seviyor, gurur duyuyor.
Kanunlar da çok bağlayıcı. Öyle Seine Nehri kıyısında sıra sıra kafeymiş, restoranmış, otoparkmış kondurmuyorlar. Şehrin binalarının dış cepheleri belli aralıklarla mutlaka boyanıp yenilenmek zorunda. Tarihi eserlere çivi çakmak bile izne tabi, öyle istediğiniz yere kat çıkamaz, balkonları kapatamazsınız. Evinize pancur ya da tente takacaksanız bile izin almanız ve sadece izin verilen tipte/renkte bir ekleme yapmanız mümkün. Paris’te korunması gereken bir mimari var, şehrin tarihi özellikleri var. Kurallar bir düzen, bir sistem oluşturmakta. Bununla beraber Paris yöneticileri şehrin asla bir müze şehir olmasından yana değiller, amaçları ve girişimleri Paris’in ruhunu korurken aynı zamanda günümüz gelişimine ayak uydurmasını da sağlamak. Bu kapsamda her eylül ayında ülke genelinde ‘Les Journées du Patrimoine’ (Kültür Mirası Günleri) adı altında coşkulu bir festival kutlanıyor. (Fransa’nın önderliğinda başlatılan Avrupa Miras Günleri’nde 50 civarında ülkede, nadiren açılan binlerce tarihi ve kültürel alana ücretsiz girişten faydalanılabiliyor.)
Geçen haftasonu festivalin 30. yılında tüm Fransa mirasıyla tekrar buluştu. ‘1913-2013: 100 Ans de Protection’ temasıyla 1913 yılında kabul edilen Kültür Mirasını Koruma Yasası’nın da 100. yılı kutlandı. İki gün boyunca bir alanın, parkın, binanın, eserin korunması, tarihi değerinin anlaşılması, gelecek nesillere aktarılması için verilen zorlu mücadeleyi anlatan turlar, sergiler, konferanslar düzenlendi. Sadece Paris’te 817 mekan ziyaretçilerine kapılarını ücretsiz açtı. Senato, Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı Konutu, Başbakanlık ve tüm bakanlıklar, Paris Belediyesi, konsolosluklar önünde saatlerce süren kuyruklar oluştu, çoluk-çocuk ailecek ziyaretçiler beklemekten sıkılmadı, gocunmadı. Sorbonne gibi önemli üniversitelerden tutun Lido gibi kabare dünyasının kulislerine, tarihi restoranlardan tiyatrolara yüzlerce mekan festivale coşkuyla katıldı. Çalışanıyla, derneğiyle, gönüllüsüyle, ziyaretçisiyle, turistiyle tüm katılımcılar bu iki günlük festivalin başarısına keyifle katkıda bulundu.
İnsanın sahip olduğu geçmişi ve tarihi ile gurur duyması kendine verdiği değerin de bir göstergesi... Fransa’nın en küçücük yerleşim biriminde bile her tür ekipmana sahip turizm ofisleri kurulması, yörelerinde ziyaret edilebilecek yerlerle ilgili broşürler bastırmaları, her köyün, kasabanın bayramı, fuarı, festivali olması, üreticilerin el üstünde tutulması, haftasonu pazar meydanlarında ürünlerini gururla sergilemeleri görülmeye değer. Çilek festivali, kiraz bayramı, hayvan yarışmaları, turnuvalar, bağ bozumu etkinliklerine tüm köy ve çevre yerleşimlerin katılması, haftasonları mutlaka visite guidée (rehber eşliğinde geziler) düzenlemeleri, turizm sektöründe birçok bénévole (gönüllü) çalışması, sahip oldukları tarihe ve coğrafyaya ne kadar önem verdiklerini ve bölgelerini ziyarete gelenlerle paylaşmaktan ne büyük haz aldıklarının açıkça göstergesi.
Patrimoine sadece tarihi binalar değil. ‘Les Plus Beaux Villages de France’ (Fransa’nın En Güzel Kasabaları)’na ne dersiniz? İlk gördüğümde çoğul kısmını atladığımdan ‘Fransa’nın en güzel kasabası’ diye heyecanlanmıştım. Acaba hangi kritere göre diye sorgulamaya başlıyordum ki gezimiz sırasında birkaç kez daha rastlayınca tek olmadığını anladım. Collonges-la-Rouge kasabasının Belediye Başkanı Charles Ceyrac’ın girişimi ile 1962’de kurulan dernek kısa zamanda 157 kasabaya bu unvanı uygun görür. Bu listeye dahil olmak için 2.000 kişiyi aşmayan yerleşimlerin en az iki korunan ve ülke mirasına kayıtlı özel yere sahip olması gerekiyor. Bu bir kilise veya şato olabilir, özel bir manzara olabilir, gastronomi, şarap, konyak olabilir, bir kelebek bahçesi, bir tirbüşon müzesi gibi orijinallikler de olabilir. Kriterler çerçevesinde komite değerlendirmeleri sonucunda ulaşılan bu unvan, kasabalara mirasını koruma, değerini tanıtma ve turizmde artı bir değer katma imkanı veriyor.
‘Villes et Villages Fleuries’ (Çiçeklendirilmiş Şehir ve Kasabalar)’da 1959’da Turizm ve Ziraat Bakanlıklarının başlattığı ‘Fransa’yı Çiçeklendirme’ çalışmaları kapsamında halkla elele çalışılmış. Her iki yılda bir yapılan bu yarışmada başvurular nüfusu 500 kişi üstünde olan kasaba/şehirler arasında yapılır. En yüksek değerin dört çiçek kazanmak olduğu yarışmada 222 şehir/kasaba bu başarıyı elde etmiş. Değerlendirme kriterleri şehrin ağaç ve çiçeklendirilmesinin yanı sıra temizliği, binaların bakımı, çevreye saygı, ekolojik denge, belediyesinin çabaları ve halkın katılımını göz önüne alır. Fransızlar evlerinin bahçelerini, balkonlarını, pencere kenarlarını süsleme konusunda birbiriyle yarışmakta ve muhteşem güzel görüntüler oluşmakta. Girişte bir tabelayla ödüllendirilen kasaba, bölgenin yaşam kalitesini ve popülaritesini de arttıran bir unvana sahip olmakta.
Yıllar önce yolum Kayseri’ye düştüğünde mantı yemek istediğimde “Restoranlarda mantı pek bulamazsınız, ancak evlerde yapılıyor, ama güzel kebapçılarımız var” yanıtını aldığımda yaşadığım hayal kırıklığının ardından arabasına bindiğim taksi şöförüne “Erciyes’e gitmeden birkaç saatim var, şehrinizin görülecek yerlerini gezdirebilir misiniz” dediğimde halen kulaklarımda çınlayan “Abla, bu şehirde ne var ki, sen kafa mı buluyorsun benimle?” sözleri eklenince başka ne söylesem? Belki ben doğru insanlara rastlamadım diye avutmaya çalışmıştım kendimi… Bugün sahip olup yararlandığımız geçmişten bize aktarılan, bizim de gelecek nesillere aktarmamız gereken tarihi, kültürel, mimari, artistik, gastronomik (örnekler çoğaltılabilir) mirasın gerçek değerini ve önemini bilememek ne büyük bir kayıptır ve de ayıptır oysa...