Adalarda deniz ambülansı…

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
25 Eylül 2013 Çarşamba

Geçen sene Sukot’u Büyükada’da kutlayacağıma dair Hazan Cako Sarfati’ye söz vermiştim. Öyle de oldu. Ancak Hesed Le Avraam Sinagogu o gün beklenenin üstünde kalabalık olduğundan Sarfati’ye ulaşıp elini bile sıkamadım. Bahçede kurulan Suka’da kimi oturarak, kimi ayakta, gerekli vecibeler yapıldı. Ve sinagog bu güzel olay sonrası yaz sezonunu kapatmış oldu.

***

Küçük çocukların su birikintilerine basmaktan aldıkları keyif misali, ben de asfalt yolda biriken kuru yaprakların üzerinde yürümekten hoşlanırım. Adalar yeni bir renge bürünmeye başlıyor. Ağaçlar kızıldan sarıya dönen yapraklarıyla kışa direniyor adeta. Bütün yaz görmediğimiz insanlara rastlıyorum; akşamları belediye kahvesinde onlarla sohbet ediyoruz. Dönüşte evlerin ışıkları giderek azalmaya başlıyor. Maden tarafı ıssızlaşıyor. Yine de keyifli. Bakalım nereye kadar? Şehre dönüp sosyal hayatın içine ‘dalmak’, giderek tahammülsüzleşen trafikte sinirlenmek için acele etmek mi lazım?

Bu yaz en çok etkilendiğim olaylardan biri Şive Hanım’ın vefatı oldu. Şive Hanım’ı otuzbeş- kırk yıl kadar önce tanıdım. Çok yakın dostlarımızın annesiydi. Kışları Nişantaşı’nda komşu olduğumuzdan çok sık karşılaşırdık. Çok ama çok güzel bir kadındı. Bir ‘lady’; duruşu, giyimi, sohbeti hep ölçülüydü. Dolayısıyla onunla birlikte olmak her zaman keyifliydi.

Herkes gibi o da yaşlandı. Bu yaz Büyükada’da Kadıyoran’daki evinin balkonunda daha mahzundu sanki. Ve bir gün Şive Hanım yere düştü. Hemen bitişik evdeki Ankaralı komşuları olan ortopedi uzmanı profesör dostlarını çağırdılar. Sonuç olarak, kalça kemiği kırıktı; bir an önce şehre hastaneye gitmesi gerekiyordu. Her iki deniz ambülânsı arandı. Biri Büyükşehir Belediyesi’ne aitti; kızağa alınmıştı, çalışmıyordu. Diğeri Adalar Belediyesi’ne aitti. O da bir yerlere yük taşıyordu. Çaresiz kalan hasta sahipleri, doktor komşularından yardım istedi. Doktor, telefon ettiğinde daha anlaşılır bir lisanla konuşmuş olmalı ki, beş dakika sonra bir ambülâns kapıya geldi. Ardından deniz ambülansına yerleştirildi.

Bir yerlere ulaşmak için hep bir tanıdık mı gerekli? Olay bununla da kalmadı. Yolda fenalaşan hastaya oksijen vermek gerekti. Ama ne yazık ki, ambülansta ne oksijen ne de başka teçhizat vardı. Şive Hanım hastaneye ulaştığında bilincini yitirmişti. Dört gün sonra da onu yitirdik. Mekânı cennet olsun.

Vefatından bir hafta sonra, torunu Adalar Belediye Başkanı’na bir e-posta yazdı. Şikâyet unsuru olarak değil de, başkaları aynı sıkıntıyı yaşamasın diye. Bir yanıt gelmedi. Olaydan onbeş gün sonra annesini kaybeden arkadaşımla eşi, Başkan’dan randevu alarak görüşmeye gittiler. Son derece nazik karşılandılar; Başkan konuştu, onlar dinledi. Sonuç, ne yazık ki sonuç yok. Can çekişen bir yakınınız olduğunda bir ambülâns bulamıyorsanız, siz ne yaparsınız?

***

Yazıyı güzel bir haberle noktalamak istiyorum. Geçen hafta sonu Boğaz’ın karşı yakasında Şişli Belediye Başkan Vekili Monik İpekel, masal gibi bir nikâh kıydı. Çok zaman önce küçük bir kız çocuğuyken babasıyla Şalom’a gelip kendi kendini oyalayan, bazen de ‘haydi gidelim’ diyen İlanit Ovadya büyüdü ve bir Akdenizli olan Fabio de Nicolas ile evlendi. Davetlilerin bir kısmının İtalyan olmasından dolayı Monik İpekel soruları iki ayrı lisanda sordu. Biraz soğuk ama yıldızlarla dolu bir gece yaşadık. Dilerim yaşamları da parlak olur.

Bu vesileyle Benaroya, Ovadya ve de Nicolas ailelerini kutlarım.