Uzun süre boş kâğıda bakıp durdum; söze nereden girilmeli diye… Akademik dile, film eleştirilerine alışan biri için her şeyi bir tarafa bırakıp sadece insani duygularıyla konuşmak kimi zaman tuhaf gelse de, yıllardır içimde bir yara olan olayın tanıklarını beyaz perdede gördükten sonra hislerimi körelterek yazmaya çabalamamın da imkânsız olduğunu fark ettim. Yıllardan 93’tü. Henüz çocuk da olsam, o ‘uğur’suz senenin başında katledilen Uğur Mumcu’nun şokunu atlatamadan, ailemin televizyon başındaki çığlıklarının ve ağlaşmalarının sesi kulaklarımdan hiç silinmedi. Görüntüleri hayal meyal hatırlasam da “yobazlar diri diri yakıyor!”, “aydınlarımız yanıyor!” “masum insanlar katlediliyor!” gibi sözlerin her biri duvarlara çarpıp geri dönmüş olmalı ki onların ses tonlarındaki acı, hiçbir görüntüye gerek bırakmadan bugün bile kalbime saplanıp durur.
Soner Yalçın’ın Oda TV davası kapsamında tutuklanmadan önce araştırmalarını ve çekimlerini başlattığı belgesel “Menekşe’den Önce”, bir belgesel filminin izlemesi gereken erklerden biri olarak propaganda, muhalefet ve eleştiriyi bir köşeye yerleştirmemiş; herhalde ‘Madımak Katliamı’nın siyasi bir tavır gerektirmeyecek kadar ilkel bir zihniyetin dışavurumu olduğunu düşündüğünden, belgeselin söyleminde siyaseti dışarıda tutmayı yeğlemiş. Yönetmenin “insan” olmaya dair büyük bir utanç çizgisi üzerinden gittiği Menekşe’den Önce, sadeliği ve iyi harmanlanmış envanteriyle, abi ve ablasını hiç tanıyamamış küçük kardeş üzerinden kurgulanan katliamın gerçek yüzü, dünyanın hangi yerinde olursa olsun izleyenin içine işleyen bir yapı barındırıyor. Belgesel film, yapısı gereği herhangi bir sorunu ve bunun altında yatan gerçeği yansıtma amacındadır. Yönetmenin anlayışı, dünya görüşü ve bilgisine göre film, biçim kazanır. Buna rağmen Soner Yalçın’ın, insanoğlunun en büyük cinayetlerinden biri olan Madımak katliamında dünya görüşünü tamamıyla dışarıda bırakıp yalnızca büyük bir trajedi olan bu olaya odaklanması ve olayları, kimseyi kışkırtmadan vermesi takdire şayan. Fazıl Say’ın müziklerinin eşlik ettiği yapım, gerçek hayattan alınan görüntüleri ve yakınlarını kaybedenlerin sessizliğe bürünmüş feryatlarıyla kâbus olarak hatırlanmak istenen gerçekliğin en masum özetini veriyor.
Katliam yılında iktidarda olan siyasi partiler ve özellikle sosyal demokrat iktidar ortağı, tehlikenin geldiğini göre göre o canları teslim ettiler ya da en iyimser ifadeyle çaresiz kaldılar. Daha da beteri; din, mezhep, düşünce, ırk ayrımı olmaksızın ‘insan’ olarak nitelendirilen herkesin içinin acıyarak şahit olduğu linç, demokrasinin tavan yaptığı ülkemizde geçtiğimiz sene zaman aşımına uğratıldı. “Hayırlısı olsun” denilerek bütün din kitaplarının, inançların, merhametin, adaletin; ama bundan da öte, can alanın ve can alanı savunanın üzerindeki lanetinin ebedi olduğu her fırsatta vurgulanan ‘Yaratıcı’nın suratına tükürüldü. Ne diyelim, hayırlısı olsun… Oysa katliamı zevkle seyrederken görüntülerini kaydedenlerin dedikleri gibi; “Yakın! Bu kadar kolay işte; yak gitsin, yansın…”…
Az sayıda kopyayla gösterime giren “Menekşe’den Önce” mutlaka izlenilmesi gereken bir yapım. Tesadüf eseri kurtulanlar, feryatlar içinde her gün yananlar, geride kalan anılarla avunanlar ve o küllerden üç yıl sonra açan bir çiçek; Menekşecan…