David OJALVO
“Çağdaş sanatın yaşayan efsanesi” olarak anılan heykeltıraş Anish Kapoor’un sergisi, 10 Eylül itibariyle Sakıp Sabancı Müzesi’nde ziyarete açıldı. 5 Ocak 2014’e kadar sürecek sergiyi, sonbaharın kendini hissettirdiği bugünlerde gezdim.
Gökyüzünde koyu lacivert – gri bulutların asılı durduğu bir sabah… Yıllanmış, cesur ağaçların semti Emirgan’dayız. Müzenin bahçesindeki yeşil, capcanlı… Sergiye doğru yokuşu çıkarken Anish Kapoor’un ilk çalışmasıyla bizi karşılıyor. ‘Çift’ adını taşıyan eser, içbükey optik yansımalar sunuyor ve izleyeceğimiz koleksiyonun enerjisini sadelikle duyuruyor. Müze binasının karşısına yerleştirilen ‘Gök Ayna’ ise enerjiyi heyecanla yoğuruyor. Paslanmaz çelikten yapılmış bu altı metrelik konkav yapı, 10 ton ağırlığında. Kapoor’un eseri yaratması altı yıllık zamanı ve yaklaşık 900,000 poundluk bütçeyi gerektirmiş! ‘Gök Ayna’ çok güçlü ve izleyicine gür, temiz, kendinden emin bir şekilde sesleniyor. “Gözünüzü açın!” diyor adeta. O, doğadaki değişimi seyrediyor ve yansıtıyor. Görüntüyü kaydedip, etkileşime girmekse bize ait…
Sanat, dürter. Oysa her bireyin algısı, hassasiyeti günışığı kadar açık ve berrak değil. Bu süreç toplumların gelişim süreciyle mi ilintili? Varoluşsal farklılıklar ne derecede etkili? Benzeri sorular tartışılageldi. Sonuçta sanatın konumu, doğası ve amacına dair, birçok açıdan sınır çizilemiyor. Sanatın, toplumsal öncelikler arasında bir yol haritası yok ve onun çevresi dar kalmaya devam edecek gibi…
***
‘Gök Ayna’nın ardından Anish Kapoor’un 25 yıla yayılan eserlerini izliyorum. Öncelikle vurgulamak istediğim, onunkisi öyle bir sergi ki, sanatçı Sevgi Aka’nın belirttiği gibi ancak gidip görülerek, çalışmaların karşısında durarak yapıtlarla etkileşime girilebilir. Boyut, heykeltıraş sanatının temelinde ve fotoğrafların dili böylesi koleksiyonları aktarmakta yetersiz… Kapoor’un üzerimdeki etkisi büyülü, kışkırtıcı, bazen ürkütücü, hatta rahatsız edici ve özünde iyimser. Sanatın, biraz da kişinin içinde bulunduğu ruh halini yansıttığına inanırım. Onun eserlerindeki fiziki derinlik, hem çekici hem itici. Sanki beni hipnotize edecekmiş gibiydi… Kan kırmızısı, güneş sarısı, mürekkep laciverti veya uzay siyahı… Karadelik misali beni içine çeken yönleri vardı bazı çalışmaların. Duvardaki girdaplara paralel, küçük girdaplar ruhumda açılıyordu; bunu hâlâ hissedebiliyorum. İç dünyama dönük bir sondaj yapma arzusunda değildim; ama Anish Kapoor’un daveti bu yöndeydi.
Sanatçının 90’lı yıllara ait yapıtlarının erotik çağrışımlar uyandırdığı konusunda, sergiyi gezdiğim dostumla hemfikirdik. Bu erotizm “rahimden mezara hayat döngüsü” olarak yorumlanabilir veya “estetikte mükemmelliğin arayışı” seçilebilir. Kadının gücü ile doğanın kaçınılmaz kurallarına dair bazı ipuçları yakaladım. Belirttiğim gibi, burada sanatın bireye özel yönünü ön planda tutuyorum. Soyut sanatı değerli kılan, biraz da yorum farklı değil miydi?
Galeride dolaşırken, mükemmellik kavramı da yeniden yüzüme çarpıyordu. Yuvarlaklar, kıvrımlar, kabartılar, çukurlar… Yüzeylerin pürüzsüzlüğü ve malzemeye kazandırılan form… Estetik, nefes kesiyor. Sanattaki çaba bilinçli olsa gerek ve bu, pratik hayat için ilham verici. Öte yandan ‘mükemmellik’ arayışı, mutluluğa karşıt tehdit gibi görülür. Mükemmellik, mutluluk ve denge kavramlarıyla uzlaşıyı sağlamak, tanıdık bir öneri.
***
Sergiler, şehri güzelleştirir ve yaşanılır kılar. Varoluş uçsuz bucaksız ve bu doğrultuda sanat ne biter, ne tükenir. Anish Kapoor ilkleriyle birlikte bu sonbaharda bizlerle. Sanatçının yeğlediği gibi, fazla söze gerek yok aslında. Sergiyi gördüğüm için mutluyum ve siz de mutluluk duyun isterim.