“Beşiktaş Fizan’a da gitse gideriz” diyen Çarşı taraftarı kadar ateşli bir izleyici olmasam da, kendimi olaylı Galatasaray- BJK futbol maçının yapıldığı İstanbul Olimpiyat Stadı’nda buluverdim. O gün statta olanların gerçek dışılığını anlamak için Beşiktaş taraftarını az da olsa tanımak gerek. Yıllardır, Beşiktaş aşkını gözlemliyorum. Futbolun önüne geçen bir aşk. FEDA dedikleri zaman hayatı futbola feda etmekten bahsetmiyorlar. Futbolu hayata feda edecek kadar doğruluğa ve duruşuna sadık bir aşktan söz ediyorlar. Bir çocuğun saflığı ile hüzünlenip coşmaktan, galip gelenin değil haklı olanın yanında yer almaktan bahsediyorlar. Öfkesini lehte bile olsa yanlış kararlara yönelten, ahlaksız sporcunun başarısına sevinmeyen, futbolu çirkinleştirenlere sert çıkan bir taraftar profili var. Beşiktaşlılık bir aşk hali. Hani çocuğunuz ipi birinci göğüslediğinde sevinmek, tökezleyip düştüğünde önce biraz saydırıp sonra sevgiyle gidip sarılmak gibi. Nihai zaferin skor tabelasındaki sayılarda değil, varoluştaki asalette olduğunu bilmek gibi. Beşiktaş’ın taraftarı olmak, huzurlu uykusundaki çocuğa bakıp ona sahip olmanın kıvancını yaşamak gibi.
Gelelim Çarşı grubuna. Dile getirdiği tezahüratlardaki hazır cevaplık ve mizahi yaklaşımla Beşiktaş’ı aşan bir sosyal olgudan bahsetmek mümkün. Çarşı, homojen bir grup değil, her kültürel ve sosyal tabakadan, değişik politik görüşlere sahip insanlardan ve etnik kimliklerden oluşan dinamik bir grup. Ortak tek özellik muhalif olma hali… Çarşı, söylemlerini sürekli geliştirip statik inanışlara ve kalıplara bağlı kalmayan adeta sürekli evrim geçiren bir grup. Tribünlerdeki yaklaşım genelde anti-faşist olmakla beraber nükleer enerjiden ırkçılığa kadar uzanan geniş bir konu yelpazesi var. Örneğin, Barcelona’nın siyahi oyuncusu Eto’ya her maçta yapılan ırkçı tezahüratlar nedeni ile “Çarşı ırkçılığa karşı, hepimiz Eto’yuz”, Fatih Terim’in imparator olarak adlandırıldığı dönemde “İmparatorluk değil tam demokrasi” pankartları açmışlardı. Nükleer enerji santrallerine karşı da pek çok kere pankart açarak karşı durdular. Neo-Nazilere, alkole karşı eylem yaptıkları gibi kuruluşlarının 25. yılını kan bağışı yaparak kutladılar. Van Depremi ertesinde bütün taraftar atkılarını sahaya atarak depremzedelere yardımda bulunup, Van’ın plaka numarası olan 65. dakikada üstlerini çıkartarak soğukla mücadele eden depremzedelere dikkati çekmeye çalıştılar. Gezi Parkı eylemleri sırasında takındıkları tavır ise Çarşı’yı Türkiye’nin artık vazgeçilmez sosyal bir olgusu olarak benimsetmiştir.
Bu yüzden güvenlik güçlerine sandalye fırlatan ve sahaya giren grubun Çarşı içindeki herhangi bir görüşe ait insanlardan olduğunu düşünemiyorum. Kabul, hakemin her düdüğü taraftarda bir öfke dalgalanmasına yol açıyordu. Kabul, o stada gelen herkeste az da olsa haksızlığa oryantal bir şiddet gösterme geni vardı. Ancak orada kendini kanıtlamaya çalışan yeni oluşmuş bir taraftar profilinden bahsetmek çok yanlış olmaz. Amaç Çarşı geleneğine leke sürmek olduğu kadar, anarşi yoluyla varlığını görünür kılmak da olabilir. 1453 Kartalları adlı grubun günün erken saatlerinde yazdığı ‘dost düşman herkes gerçek taraftarlık nasıldır görecek’ mesajı bir iki kişiyi pataklamayı kafaya koyup maça giden insanlar olduğu izlenimini veriyor. Değil kartal, karga bile olamazlar yazmış bir taraftar, doğru söze ne denir… Bekir Coşkun’un sözleri ile bitirelim: Hâlâ anlamıyorsan... Ve hâlâ utanmıyorsan... Çık biraz ar al Çarşı’dan.