Lozan (Lausanne) Antlaşması: 350 yıl önce - 90 yıl sonra

Şimdi yapılacak bir tek şey vardır: İyi niyetin hala var olduğu ümidiyle, adada yaşayan iki toplumun, hiçbir ön şart öne sürmeksizin, samimiyetle, masaya oturup kendi aralarında, hiçbir dış müdahale olmadan, anlaşmalarını sağlamak. Günümüz konjonktüründe bu yakınlaşmanın mümkün olduğuna inanıyorum.

Sami AJİ Köşe Yazısı
2 Ekim 2013 Çarşamba

Bu yıl aynı anda Lozan Antlaşması’nın 90. ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 30. yılını kutlamaktayız.

Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir anlamda tapusunun düzenlenip alındığı yerdir. Bu antlaşma ile yepyeni bir devlet kurulmuş ve milletler topluluğu arasında yerini almaya hak kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, antlaşmanın yürürlüğe girdiği 5 Ağustos 1924 tarihinden sonra tüm dünya devletleri tarafından tanınmıştır.

Ancak Lozan ile Kıbrıs arasında tarihten gelen ilginç bir ilişki bulunmaktadır. Ve belki de bu ilişki gerek Rum gerek Türk toplumlarının kaderlerini adeta bağlamıştır.

Temmuz sonundan itibaren Lozan Antlaşması TV’lerde ve gazetelerde yer almaya başlayınca, kayınpederimden bana intikal eden sözleşme metni aklıma geldi. Bu metin, antlaşmayı, ek protokolleri, teati edilen mektupları ve nihayet haritanın kitap haline getirilmiş şekliydi. Basımı Londra’daki Kraliyet Matbaası tarafından 1923 yılında gerçekleştirilmişti. Kitap aynı tarihte satışa sunulmuş. (Kitabın kapağını resimde görmektesiniz.)(1)

Antlaşmayı gözden geçirmeye başladım. Ek protokollerin sayısı ve nitelikleri gerçekten dikkat çekicidir(2). Ve sırf metinlerin kaleme alınması ile yazılmasının dahi ne kadar uzun süre alabileceğini düşündükçe, oradaki heyetlerin çalışkanlığı ve azmi bende hayranlık uyandırdı.

Ana sözleşmeye göz ucuyla bakarken 17. ve 20. maddelerin kısalıkları dikkatimi çekti. Her biri, bir buçuk satırdan ibaret. Ama geçmişten günümüze, yaşamımızı derinden etkilemiş ve geleceğimize de tesir edecek kadar önemli olduklarını düşünüyorum.

Maddeleri aynen aktarıyorum:  (Orijinal Fransızca metninin yanına resmi sayılabilen tercümesi ile)

Article 17: L’effet de la renonciation par la Turquie  à tous droits et titres sur l’Egypte et le Soudan prendra date du 5 Novembre 1914.

(Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçişi 5 Kasım 1914 tarihinden başlayarak yürürlüğe girmiş olacaktır.)

Article 20: La Turquie déclare reconnaître l’annexion de Chypre proclamée par le Gouvernement britannique le 5 Novembre 1914.

(Türkiye, İngiliz Hükümetince 5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen ve Kıbrıs’ın -İngiltere’ye-  ilhakına dair ilanını tanıdığını beyan eder.)(3)

Bu iki kısacık madde arasında ne gibi bir ilişki vardır?

Ege ve Akdeniz adalarının tamamını rahatlıkla Yunanistan ve İtalya’ya terk eden İngiliz hükümeti, niçin Kıbrıs’a bu kadar önem vermiş ve neden mutlaka hâkimiyeti altında kalmasında ısrar etmiştir?

Bu sualleri cevaplamak için dilerseniz takriben Lozan’dan 350 sene gerisine dönelim.

Osmanlı İmparatorluğu Suriye Hicaz ve Mısır’ı fethettikten sonra, Sudan’ın da kuzey bölümünü tamamen hükümranlığı altına almıştır. Bu tarihlerde Sokollu Mehmet Paşa sadrazamdı.

Paşa artık imparatorluğun hem iaşesini hem güvenliğini ciddi bir şekilde teminat altına almak gerektiğine kesinlikle inanmıştı. Suriye, Hicaz ve Mısır ve oraya giden ticaret yollarını, sadece kara ordularına güvenerek savunmanın güçlüğünü de çok iyi bir şekilde idrak etmişti.

Buna paralel olarak bir taraftan Uzakdoğu’da gittikçe güçlenen Portekiz’e karşı savaşmak zorunda kalırken diğer taraftan da Hindistan’a onlardan daha süratli bir şekilde varma çareleri de bulunmalıydı.

Sokollu ve Osmanlı Divanı, Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştirecek bir kanalın kazılmasını gündeme getirdiler. Devrin Padişahı 2. Selim derhal onayını verdi. Ancak Mısır’a kadar uzanan deniz yolunun da tam emniyete alınmasını şart koştu. Yani Kıbrıs adası Osmanlı hâkimiyetine geçmeliydi.

İşte bu konuda Divan ile Sadrazam arasında ve Sadrazam ile Padişah arasında ciddi anlaşmazlıklar baş gösterdi. Divan’ın çoğunluğu fetihten yana idi. 2. Selim de yakın arkadaşı ve danışmanı Jozef  Nassi’nin tavsiyesiyle fetihten yana tavır koydu.

Mehmet Paşa ise Kıbrıs’ın fethi ile Avrupa’da Osmanlı’ya karşı yeni bir güç birliğinin doğacağından da emindi. Bu yüzden sefere karşı idi. Neticede Divan’ın çoğunluğuna uyularak Kıbrıs’a sefere çıkıldı ve uzun uğraşlardan sonra Ada fethedildi. Ama Sokollu da haklı çıktı: Avrupa muazzam bir müşterek deniz gücü hazırlayarak Lepante (İnebahtı) Körfezi’nde Osmanlı donanmasını adeta yok etti.

Sonuç ilginçtir.  Doğu Akdeniz, dolayısıyla Hicaz, Yemen ve Uzakdoğu yolları Osmanlı’nın, Batı Akdeniz ise İtalya, İspanya ve Venedik cumhuriyetinin kontrolüne girmiştir. Ne yazık ki, suikasta kurban giden Sokollu Mehmet Paşa, Süveyş projesini hayata geçiremeyecektir.

Şimdi tekrar 1923 yılına, Lozan müzakerelerine dönelim.

İngiltere, o tarihlerde, Mısır ve Sudan’da fiili kontrolü zaten elinde tutuyordu; Hindistan’ı kendi imparatorluğuna katmış, hatta Çin’de koloniler kurmuştu. Britanya imparatorluğu Ada’da  ‘kiracı’ idi(4)… 350 yıl evvel, Osmanlı hükümetinin ortaya koyduğu stratejik faktörler,1923’teki İngilizlerin görüşlerinden farklı değildi. Diğer bir deyişle, Kıbrıs kayıtsız olarak onların elinde bulunmalıydı. Üstüne üstlük ‘Süveyş Kanal’ı artık devreye girmiş ve yönetimi İngiliz şirketinin elinde idi.

Nitekim, tüm gücünü ortaya koyan İngiltere diğer konularda tavizler de vererek, Kıbrıs’ın ilhakını sağlayan 20. maddeyi antlaşmaya koydurmayı başardı. 17. madde ile de Mısır ve Sudan’daki fiili durumu hukuki hale getirmiş oldu.

Ve şimdi de günümüze dönelim.  2013 yılındayız. Mısır ve Sudan artık bağımsız devletlerdir. Süveyş Kanalı Mısır devletinin malıdır. Uzakdoğu’ya ulaşmak için ise çeşitli alternatifler hayata geçirilmiştir. Çin ve Hindistan ise bırakın koloni olmayı, birer güç haline gelmişlerdir.

Kıbrıs, gerek stratejik gerekse askeri önemini yitirmiştir ve nihayet artık bu ada halkının da özledikleri gerçek barış ve huzura kavuşması için ideale yakın şartlar oluşmuştur.

Şimdi yapılacak bir tek şey vardır: İyi niyetin hala var olduğu ümidiyle, adada yaşayan iki toplumun, hiçbir ön şart öne sürmeksizin, samimiyetle, masaya oturup kendi aralarında, hiçbir dış müdahale olmadan, anlaşmalarını sağlamak. Günümüz konjonktüründe bu yakınlaşmanın mümkün olduğuna inanıyorum.

Böyle bir antlaşmanın, ülkemiz ile Yunanistan arasındaki gerginliklerin en önemli unsurunu da ortadan kaldıracağına inancım tamdır.

 

Not: Bana Osmanlı tarihini sevdiren ve gerçekleri öğrenmenin yolunu açan, sevgili ortaokul ‘Hocam’ Ali Rıza Sağman’ı rahmetle anıyorum.     

1 Printed and published by His Majesty’s Stationery Office (Treaty series no.16 -1923).

2 Tam on altı adet protokol ve her biri gerçekten ayrı bir yazıya konu teşkil edebilir.

3 5 Kasım 1914 İngiltere’nin Osmanlı’ya resmen harp ilan ettiği tarihtir.

4 Ada 1878 tarihinde 92.000 altın karşılığında Osmanlı Devleti tarafından İngiltere’ye kiralanmıştı.