Terim, Mancini ve Türkiye

Sami MORHAYİM Köşe Yazısı
2 Ekim 2013 Çarşamba

Üniversite yurdumun mutfağında yemek yapıyordum. Ocaktaki yemekle uğraşırken, mutfaktaki televizyonda spor haber kanallarından birinde altyazılar geçiyordu. O anda, nedense pek umursamadım ve bakmadım ne olup bittiğine. Yemeğim pişti, koydum tabağıma. Aldım kumandayı elime. Baktım, Terim’i kovmuşlar. Hem de magazinsel ve saçma sapan dayanaklara tutturularak. Açıkçası yaka paça Florya’dan şutlamışlar. İstikrar, kurumsallık diyedursunlar, bir baktık ki İmparator’u yolunu unuttuğu evinden değil de evi bellediği Florya’dan kovmuşlar. Pes dedim! Ne yönetime ne de Terim’e! Komploları kuranlara ve tüm futbol takımları için senaryoları yazan kişilere illet ettim.

***

Açıkçası, gündemdekiler hakkında ne yazasım geliyor ne de fikir yürütesim. Hatta abim ve babama da çok sinirliyim ki bana futbol oynatmayı öğretmek yerine, izletmeyi öğrettiler. Takip edemiyorum, etmek de istemiyorum! Reality şovlar nasıl bir senaryo üstüne kurulup bizlere sunuluyorsa, artık futbol da her yaz yazılıp çizilip bizlerin önüne sürülüyor! Son haftada yaşananlar, yazılanlar da bunu açıkça gösteriyor ki, birkaç adamın peşinden milyonlar “aşk” dedikleri futbol uğruna kafa patlatıyor. Halbuki, farkında değiliz ki ülkemizde pek kültürü olmayan tiyatro, yeşil sahalarda nam salmış.

***

Ne oldu ne bitti de hocayı kovdular da Mancini Cimbom’a geldi. Kim aramış, kim telefonu açmamış derken, milli takım krizleri mi bir yandan gelsin, yoksa Sneijder hakkındaki teoriler mi bilemedik. Çünkü yazılı ve görsel basında o kadar uyarıcı saldılar ki ortama, hepimiz aşırı uyarılıp neye inanıp inanamayacağımızı bilemedik. Tıpkı, Olimpiyat’ta olan olaylar gibi!

***

Eleman mı değil mi, kalır mı gider mi, milli takımla kontrat imzalandı mı imzalanmadı mı... İhtimaller üstüne ihtimaller kurarak, yaz başından beri. Namaglûp, ama bir nevi nagalip bir takımla karşılaştık beşinci haftada. Bir de üstüne Real cila çekince, tam da ortamı oldu aslında bahaneler için. Hemen de voleyi çaktılar tam yüzümüzün ortasına. Çok da belliydi aslında. Yoksa niye bu kadar lobi yapacaklardı Terim’in arkasından haftalarca.

***

Şimdi ne oldu peki? Mancini geldi. Yabancı teknik adam. 1958’den beri devam eden güzide ligimize bakınca, herhangi bir teknik direktörün bir takım başında maksimum kalma senesi de Gordon Milne’nin Beşiktaş’ı 6,5 yıl yönetmesi. Yıl 87-94. Aradan geçen yirmi yıl içinde istikrar sıfır. Ardından, en fazla Abdullah Avcı İBB’nin başında kalmıştır ya da kalmamıştır. Kısacası, Galatasaray’da dört yıl üst üste şampiyonluğun ardından, iki yıl tamamen takımın başında kalmış hoca sayısı “0”. Mancini’nin kontratına bakıyorsun, koskocaman üç yıl ve milyon dolarlar. Hatta eurolar. İki seneye, Mancini’nin fesihten kazandığı parayı konuşmaya başlarız. Ardından da Hagi mi gelir Lucescu mu Bülent Korkmaz mı konuşmaları...

***

Tarih de futboldan da tekerrürden ibaret. Hele ki Türkiye’de. Terim gelir, Terim gider. Hikayeler, kovulmalar, tarzlar hep aynı. Hangi başkan olursa olsun, hangi yönetim olursa olsun, bir sıkıntı var ki gelişme noktasında durmak istiyoruz. Korkudan mıdır bilinmez! Kötü olan bizler de güdülmeye müsait miyizdir, aynı şeyleri yazıyor, aynı şeyleri okuyoruz. Tıpkı şu an, bu durumdan rahatsız olmama rağmen vaktimi, enerjimi harcayıp yazmam gibi.

Kısacası; Fatih Terim gitti, Mancini geldi. 2000 ruhu, Terim Ferguson olur mu derken, Bülent Korkmaz, Hagi, Gerets nasıl yollandıysa; Fatih Terim de aynı kervana katılıp, aramızdan ayrıldı. Bol şanslar, Mancini.