Her ailenin, her toplumun ve kültürün kendi değerler sistemi içinde öncelik verdiği bir çok husus varken, ‘çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz’ sorusunun tek bir cevabı olamayacağı belli. Çocukların gelişimiyle ilgili bilim ve meslek alanlarının üreteceği bilgilerden yararlanarak herkes kendi yanıtını ortaya koyabilir. Örneğin, insan beyin gelişimindeki temel özellikler çocuğun hangi yaşta hangi düzeyde yükleri taşıyabileceğini bize anlatır. Anne ya da babanın ruh halinde bebeğin doğumundan sonra olan değişiklikler, bebekle ilişkilerindeki farklılıkları belirler. Bu ve benzeri bilgilere dayanarak yazının başlığındaki ve benzeri sorulara kendi yanıtlarımdan bir seçmece. Belki nasıl yetiştirmemeliyiz sorusunun yanıtını bulmak daha kolay... Aile büyüklerinin genç annebabalara sıkça söylediği gibi ‘biz sizi danışmanlarla mı yetiştirdik?’ sorusundaki haklılık payını aklınızın bir kenarında tutarak, okumanız dileğiyle.
Çocuk hayatı nasıl öğrenir?
Çocuklar hayatı oynarken, düşüp kalkarken öğreniyor. Yaşayarak öğrenmek ise bütün duyuları kullanarak denemeyi, aramayı ve keşfetmeyi, yaratmayı, diğer çocuklarla, yetişkinlerle ilişki kurmayı, etkileşmeyi kapsayan bir öğrenme ve gelişim yolu. Bu öğrenme biçimi, dışarıdan müdahale ya da düzenleme gerekmeksizin, kendiliğinden ortaya çıkıyor ve gelişiyor. Yaşayarak öğrenmenin zengin olanaklarından yararlanamayan çocukların temel gereksinimleri bir türlü yerine gelemediği için hem çocukluklarının hakkını veremezler, hem de çocukluğunun hakkını verememiş büyükler olma yolunda ilerlerler.
Aşırı korumacılık hakkındaki fikirleriniz?
Annelerin korumacı olmalarını anlıyorum, bu neredeyse bir refleks gibi doğal. Ama çocuklarını yanlış şeylerden korumaya çalıştıklarını düşünüyorum. Örneğin uyku saatinin vakitlice ve her akşam aynı saatte olması, TV izleme deneyiminden 3 yaşına kadar kaçınılması gibi temel ihtiyaçların düzenine uymakla uğraşmayan bir anne, aman yemek yesin diye bebeğin dil gelişimini negatif etkileyecek televizyon karşısında oyalamakta sakınca görmüyor.
Anneler kendi kaygıları sebebiyle çocuklarını evde tutuyor, sokağa bırakmıyor. Bu tutumun başta korumacı olduğu söylenilebilir ama kendi önceliklerine göre keyfi çıkarsamaları da var. Sebep ne olursa olsun çocukları evin içinde bırakıp, hayatlarını televizyon ya da bilgisayar/video oyunları ile sınırlamak, çocuk için sosyal ve bedensel hareketliliği kısıtlayıcı biçimde, onun, dış dünya ile ilişkisini de sınırlamaktadır. Çocukların gelecekte bugünden hatırlayacağı sıcak ve hoş zamanları çoğaltabilecek her şey, onların ruh sağlığına iyi gelir.
Sınır koymanın, disiplinin temel kuralları nelerdir?
Küçük çocuklar anne babalarını mutlu etmek için onları taklit ederler. Bu nedenle onlara iyi örnek oluşturun. Farklı konularda bir sürü kural çocuğun kafasını karıştıracağından, kural sayısını olabildiğince az tutun. Böylece hem kurallara uyum artar hem de sizin denetlemeniz kolaylaşır. Koyduğunuz kurallar konusunda tutarlı olun. Çocuklar onlara koyduğunuz sınır ve kuralların sağlamlılığını denerler. İstenmeyen bir hareketle ilk defa karşılaştığınızda, gösterdiğiniz aşırı bir tepki davranışı arttırabilir. Bu nedenle tepkilerinizi ölçülü tutun. Çocuğunuzun kendini kontrol etmesini istediğinizde beklentilerinizi açıkça anlatın.
Ödül ve ceza yöntemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ödül ve ceza hayatımızın içinde yer alan bir gerçektir. Ödül ve cezayı kötü ya da iyi bir şey olarak görmek yerine çocukların doğal gelişimini kolaylaştıracak yöntemler olarak görmeliyiz. Ödül ve ceza davranışlarımızın doğal sonucu olarak ortaya çıkar. Bilerek yere atılan oyuncağın doğal sonucu o oyuncağın kırılmasıdır. Oyuncağın parasını harçlıktan kesmek ise doğal sonucu başka alanlara yaymak olur. Buna ceza da denilebilir. Ödül ise doğal sonucun keyifli, olumlu olduğu durumların yayılması ve kalıcılaştırılması olarak düşünülebilir. Ödül ceza uygulamaları aslında anne babanın kendini kontrol edebilmesini, tepkilerinde ölçüyü kaçırmamalarını sağlar.
Ödül ve cezalar ne zaman nasıl verilmelidir?
Ödüller ve cezalar küçük çocuklarda anında verilmelidir. Gecikmeli verilen her ödül ve ceza neden verildiği tam anlaşılmadığından anlamsız olacaktır. Teşvik etmek ya da ortadan kaldırmak istediğimiz davranışlar üzerine etkimiz sıfıra yakın olacaktır. Cezalar çocuğun anlayabileceği bir düzeyde olmalıdır, bizim hırsımızı ya da kızgınlığımızı gidermek için değil, çocuğun tanımlanmış bir yanlışını değiştirmek için uygulanabilir. Hangi davranışın ödüllendirildiği veya cezalandırıldığı net olmalıdır. Ödül ve cezaların ölçüsü de genellikle dört-beş ödüle karşı bir ceza olmasıdır.
İstenilen her davranış sonunda ödül verdiğimizde çocuk her yaptığı şeyde ödül almayı bekler mi?
Çocuk ödevini yaptığı zaman ona zor gelen bir şeyi yaptığı için teşekkür ediyorsunuz. Bunu manevi bir ödül sayamaz mıyız? Maddi ile manevi olan arasındaki ayrımı çocuk genellikle 11-12 yaş arasında tamamıyla yapar. Ödülün maddi olmayan yanlarını öne çıkarabilirsiniz. Ödüller küçük olmalıdır. Doğru ve iyi bir şey yapmış olmaktan gurur duymayı sağlayacak, sonucunda başarı olsun olmasın emeğe değer verildiğini gösteren her şeyi ödül sayabiliriz. Dil becerisi gelişkin, dürtü kontrolu güçlü çocuklar dışarıdan verilen maddi ödüllere daha az bağımlı oluyorlar. Ödül sistemindeki kazanımı çocukta nasıl geliştirebileceğimize odaklanmak daha önemlidir. Bu da, okuma, dinleme, konuşma becerisi arttığı ölçüde mümkündür. Belki ödülleri çocuğa zor gelen, yapmasının geliştirici olacağı durumlara saklamalıyız.
Çocuklar niye kendilerini sürekli hareket etmek zorunda hissediyorlar? Hareket etmezlerse ne olur?
Hareket etmek yemek yemek gibi çocukların doğal bir ihtiyacı. Hareket etmek özellikle beynimizin hedef koyma, o hedefe göre gereken planı yapma ve gerçekleştirme gibi zihinsel bir becerinin gelişmesine imkan verir. Hareket etmeyi bir fazladan enerjiyi boşaltma biçimi olarak görmek yanlış olabilir. Uygun şekilde hareket etmek, kontrollü, amaca dönük, keyif ve öğrenme amaçlı hareket beyin dokusu ve beden açısından enerji sağlayan, yoran ancak yorulma ölçüsünde canlandıran bir aktivitedir. Evlere tıkılmış, ekran başında hareketsiz bırakılmış çocuklar evde oradan oraya amaçsızca koşuyor, yatakların üzerinde zıplıyor. Bu da doğal olarak enerji boşaltmaktan ziyade aslında az olan ‘enerji’nin israfını getiriyor.
Parkta oynayan çocukların elleri toprak oldu diye ıslak mendille çocukların ellerini silen veya kızının bluzundaki meyve lekelerini silen anneler görüyoruz. Bunun temizlik takıntısıyla ilgisi var mı?
Kir ve leke içgüdüsel olarak bizde bir durumun, bir şeyin saflığının, temizliğinin, orijinalliğinin bozulduğu düşüncesine yol açıyor. Beynimiz bu tür şeyleri yakalamaya müsait. Çocuğu parka yolladın, tiril tiril gitti, tiril tiril geldi. Bu son derece tuhaf bir durum. Bu, çocuğun parkta kenarda durduğu ve hiç bir oyuna katılmadığı anlamına gelir. Oyun oynandığında, parka koşuşturulduğunda ondan aldığınız keyfi ve geliştirdiğiniz becerileri düşünürsünüz, kir küçük bir ayrıntı olarak kalır. Kir iyi anlamda yaşanmışlığın, tecrübenin de izlerini taşır.