Ziyarete gideceğiniz veya bir süre yaşayacağınız şehre adapte olmak için, o şehirde yaşamanın püf noktalarını anlatan kılavuzlar vardır; ‘How to be Like a New Yorker’ (Nasıl bir New Yorklu gibi olunur) gibi… Bu kılavuzları okumak çoğu kişi için eğlenceli ve bilgilendiricidir; örneğin New York’a gidecekseniz eğer, bir yere gitmek için taksi çağırmak yerine, sokaktan bir taksi bulmanız daha akıllıcadır. Ancak buradaki gibi içi her boş gözüken taksiye el kol yapılmaz, tepesinde ‘taxi’ yazan ışık ortasından yanıyorsa, taksi boştur. Işığı yanmıyorsa dolu, taxi yazan kısmın iki kenarı yanıyorsa mesaisi bitmiştir. Trafikten sakınmak için New York’ta yürümek veya metroyu kullanmak daha akıllıcadır. Özgürlük Heykeli, Empire State Binası, Times Square, Rockefeller Plaza gibi yerlere giderseniz, turist olduğunuz belli olabilir (ki bence sakıncası yok). Yolda harita çıkarmayın (Google Maps öncesi kılavuzlarda), metro istasyonunda fare görürseniz korkmayın gibi tavsiyelerle kılavuzlar akıp gider… Benim yüzümü gülümsetir, çünkü genelde hepsi doğrudur.
***
Birkaç gece önce bir arkadaşımın e-mail ile yolladığı “Gerçek bir İstanbullu olma rehberi” de çok hoşuma gidince internette kaynağını araştırdım. Hürriyet Gazetesi’nin internet sitesinde buldum. 10 Kasım 2012 tarihli olarak çıkmış. Esprili bir haber olarak yazılmış ama bir o kadar da doğru. Bana uyan, beni “Gerçek bir İstanbullu” hissettiren birkaç bölümü sizinle paylaşmak istedim. Beni en İstanbullu yapan, TEM’de ve İstanbul genelinde beni çileden çıkaran trafik sanırım. Makaledeki bu cümleyi okuyunca gülmeye başladım ağlanacak halimize; “Henüz trafikte dayak yemediniz mi? Maalesef size İstanbullu diyemiyoruz. Gidin ve kornaya basın. En çok siz basın. Önünüzdeki illa bir ara dellenecek ve ‘basınca ilerliyor mu da dat dat hala basıyosun u---‘ ile başlayacak bir tartışmada gerçek İstanbullu sıfatına layık olacaksınız.” Merak edenler için, trafikte hiç dayak yemedim, tabii ki atmadım da. Ancak yolumu birdenbire kesen ve sağa sapışı kapatan başka şehre ait plakalı arabalı bir adam, benim korna çalmam sonucu arabasından çıkıp benim arabama doğru yürümeye kalkınca “Burası İstanbul, burada kadın dövmek kolay değil” diye bağırmışlığım vardır. Ulus’ta oluşum, etrafa doluşan kalabalık, cep telefonumdan 155’i arayacağımı söylemem ve arabada bulunan köpeğimi sadece uzaktan görmesi sayesinde adam arabasına geri dönmüştü.
Konserler ve sergilerin birçoğuna zamansızlıktan ve yorgunluktan gidememek, İstanbul’da yaşamak istemediğimizden bahsedip yine de İstanbul’da kalmak, Elli-altmış yaşında daha huzurlu ve trafiksiz bir yerde yaşayacağımızı herkese anlatmak, Mutlaka ünlü birini okuldan, işten veya mahalleden tanımanız, “Aslen nerelisiniz?” laflarına maruz kalmak, Toplu taşıma araçlarında yaşanan maceralar, Boğaz Köprüsü’nün güzelliğini, Aslında İstanbul’un güzel bir şehir olduğunu ama trafiğinin insanı çileden çıkardığını konuşmak, Kalabalıktan, insanlardan, pahalılıktan şikâyet etmek, Ege sahillerinden tatil yaparken insanların yavaşlığına sinirlenmek (yine de Bodrum veya Alaçatı’da yaşayanlara özenmek) galiba bizi yeterince İstanbullu yapıyor…