Gerek Türkiye’nin enerji ihtiyacı, gerekse İsrail’in Doğu Akdeniz’deki gaz rezervlerini en rasyonel şekilde pazarlayabilmesi iki ülkenin ortak menfaatlerinin kesişme noktasıdır. Toplantıda uygulamaya yönelik en somut öneri bir Türk petrol şirketinin İsrail’in gaz yataklarından Türkiye’ye uzanacak deniz altına döşenecek boruların (pipe line) yapımına talip olmasıydı. Bu işbirliğinin önündeki yegâne engel özünde siyasi mahiyette olan taraflar arasındaki güven bunalımı.
2 Ekim günü İstanbul’da Değişme Sürecindeki Ortadoğu’da Türkiye-İsrail ilişkileri’ni mercek altına alan ve her biri kendi alanında uzman olan Türk, İsrailli, Alman, toplam 47 kişinin katılımıyla oldukça önemli bir toplantı yapıldı. Toplantıya TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin siyasi değer ve görüşlerini tanıtmayı amaç edinmiş olan Friedrich Ebert Vakfı, kültürler arası diyalogu, sivil toplumu ve demokratik değerlerin yaygınlaşmasını amaçlayan İsrail Kudüs’teki Van Leer Enstitüsü, ABD merkezli olup Türkiye’de sivil toplum diyalogunu ve cinsiyetler arasında eşitliğin yayılmasını amaçlayan Chrest Vakfı sahiplik etti.
İngiliz Chatham House kuralları gereğince nelerin konuşulduğu kamuoyu ile paylaşılabilir ancak fikir beyan edenlerin kimlikleri açıklanmaz. Bu kurala uyarak öğrendiklerimi sizlerle paylaşmaya gayret edeceğim.
KATILIMCILARIN PROFİLİ
Panelistler arasında, eski bakanlar ve bakan yardımcıları, milletvekilleri, hali hazırda görevde ve emekli olan büyükelçiler, yüksek bürokratlar, dünya çapında akademisyenler, Think Tank (düşünce kuruluşları) başkan ve yetkilileri, petrol sektöründen işadamları, kamuoyunca iyi bilinen köşe yazarları ve bendeniz vardı.
Yapılan üç oturumda son uluslararası gelişmeler perspektifinde mevcut durum, Türkiye ve İsrail’in karşı karşıya kaldıkları yeni konjonktür ve iki ülke arasında işbirliği yapılabilecek konu ve alanlar irdelendi.
DURUM TESPİTİ VE PERSPEKTİF
Mavi Marmara olayı ertesinde Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesini engelleyen üç konu vardı:
Bunlar, Türkiye’nin İsrail’den olan özür talebi, çatışmada ölenlerin ailelerine ödenecek tazminat ve Gazze’ye uygulanan abluka ve ambargonun kaldırılması hususlarıydı. Özür konusu ABD Başkanı Obama’nın İsrail ziyaretinin son dakikalarında, 22 Mart 2013 tarihinde ayarladığı Netanyahu-Erdoğan telefon görüşmesiyle halledildi. Tazminat konusu taraflar arasında halen görüşülmekte. Abluka/ambargo konusuna gelince, Gazze’ye giren temel ihtiyaç ve ilaç sevkiyatı zaten hiç bir zaman durmamıştı. Şimdi ise, Mısır’daki yeni rejimin kaçakçılık yapılan tünelleri yıkmasını müteakip, inşaat malzemeleri bile İsrail’den Gazze’ye serbestçe geçebilmekte. Diğer bir deyişle ambargo, silah ve mühimmat girişi hariç, fiilen kalkmış durumda.
İLİŞKİLERE DAİR YAPILAN TESPİTLERİN SATIR BAŞLARI
Türkiye ile israil arasındaki aşk/nefret ilişkisi ülkelerin iç ve dış dinamikleri fonksiyonunda şekilleniyor.
Mısır’da Müslüman Kardeşler hükümeti başarısız oldu ve ordu darbesiyle düşürüldü. Türkiye’nin söz konusu hükümete yaptığı iki milyar dolarlık dayanışma yardımı Türkiye’nin amaçladığı hedeften uzaklaşıldığı için Türkiye açısından ziyan oldu. Buna mukabil, Mısır-İsrail ilişkileri Hüsnü Mübarek dönemine nazaran düşük profil görüntüsü altında olmakla beraber daha da güçlenmiş görünüyor. 21 Ağustos 2013 tarihinde Türkiye’nin İsrail’in Mısır’daki darbenin arkasında olduğunu iddia etmesi ABD’nin sert tepkisine sebep oldu. ABD bölgedeki iki müttefikinin kavga etmesini kesinlikle istemiyor.
Gerek Türkiye gerekse İsrail ABD’nin kapıkulları değiller ancak, her iki ülke de ABD’nin dikkatini Ortadoğu’dan Pasifik (Çin) bölgesine çevirmesinden ve bölgemizi terk etme ihtimalinden rahatsızlar. ABD kendi topraklarında elde edeceği kaya gazı sayesinde enerji temininde hızla kendine yeterlileşme sürecinde. Bu da hem Türkiye’nin hem de israil’in ABD’nin bölgedeki taşeronları (proxy) rollerini oynamalarını zorlaştırıyor. Neticede ABD Türkiye’nin Suriye, İsrail’in ise İran bağlamındaki askeri müdahale beklentilerini karşılayamamış durumda.
Mısır Dışişleri Bakanı Nabil Fahmi’nin Arap olmayan bir ülkenin (Türkiye) Arap islam âlemine önderlik etmesi söz konusu olamaz mealindeki ifadeleri Türkiye’nin bölgesel liderlik beklentilerini törpülemiş görünüyor. Devletin en üst kademelerinde bulunmuş bir siyasetçinin yaptığı Türk dış politikasının en büyük zaafı, söylemiyle fiili imkânları arasındaki uçurumdur yorumu dış politikamızın mevcut çıkmazına ilişkin kayda değer bir tespitti. Türkiye, bölgesinde rejim değişikliklerini tetiklemeye çalıştı ancak bunda (en azından şimdilik) başarılı olamadı.
Türkiye ve İsrail’in menfaatleri bu iki ülkenin Suriye konusunda işbirliği yapmalarını gerekli kılıyor. Bu da iki ülke arasında “soğuk” bir barışın gerçekçi bir olasılık olduğuna işaret ediyor.
Türkiye’nin yıllık enerji faturası yaklaşık 50 milyar dolar civarında. Bunun yüzde 45’i doğal gaz cinsinden.
Gerek Türkiye’nin enerji ihtiyacı, gerekse İsrail’in Doğu Akdeniz’deki gaz rezervlerini en rasyonel şekilde pazarlayabilmesi iki ülkenin ortak menfaatlerinin kesişme noktasıdır. Toplantıda uygulamaya yönelik en somut öneri bir Türk petrol şirketinin İsrail’in gaz yataklarından Türkiye’ye uzanacak deniz altına döşenecek boruların (pipe line) yapımına talip olmasıydı. Bu işbirliğinin önündeki yegâne engel özünde siyasi mahiyette olan taraflar arasındaki güven bunalımı.
Dolayısıyla iki tarafın ikili ilişkilerine gerçekçilikle yaklaşmaları halinde Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi mümkün görünmekte.