IV Henry
12 Eylül 1963, ülkemizin Avrupa Birliği’nin bir üyesi olma niyetini beyan eden sözleşmenin imzalandığı tarihtir. Bu belge ile Türkiye, belirlenen şartları yerine getirmesi kaydıyla, kaderini diğer batı Avrupa topluluklarının kaderi ile birleştirmeyi kabul etmiştir.
Antlaşmanın giriş bölümündeki ifade dikkat çekicidir:
“Türk halkı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde bir araya gelmiş halklar arasında daha sıkı bağlar kurmaya AZİMLİ OLARAK…”
Ve aynı zamanda Avrupa Birliği, Türkiye’yi bu ‘kulübün’ üyesi seviyesine çıkarmak üzere gerekli yardımları sağlamayı vaat etmiştir. Yine giriş bölümüne bakalım:
“Türk halkının yaşam seviyesini iyileştirme çabasına, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun getireceği desteğin, ilerde Türkiye’nin topluluğa katılmasının kolaylaştıracağını KABUL EDEREK…”
***
Aradan tam elli yıl geçti. Çok önemli adımlar atılmış olmakla birlikte henüz tam üyelik statüsünü kazanmaktan çok uzağız. Halkımızın önemli bir kısmı ümitlerini kaybettiğini ve bu ‘sevda’dan artık vazgeçmemiz gerektiğini açıkça dile getirmektedir.
Elli yıl uzun bir süre. Ama bir de şu yönden bakalım. Avrupalılar kendi aralarındaki ‘birliği’ fiiliyata geçirmek için acaba kaç yıl beklediler?
Takriben 400 yıl geriye gidelim. Fransa Kralı IV. Henry(1) kendi ülkesi içindeki ve Avrupa ülkeleri arasındaki mezhep ayırımcılığından kaynaklanan ‘Din Harplerine’ son vermek arzusundaydı. Aksi halde hem Fransa’nın parçalanacağına hem de Avrupa’nın kalan bölümünün de Osmanlı hâkimiyeti altına gireceğine kesinlikle inanmıştı.
IV. Henry, bu fikri geliştirmek ve bir Avrupa barışı sağlamak üzere, çalışmalara başladı. Yakın arkadaşı, danışmanı ve bakanı olan Sully Dükü’ne (Duc de Sully)(2) görevi tevdi etti. Bu ünlü devlet adamı aylarca süren, temas, inceleme ve araştırmalardan sonra ‘Le Grand Dessein’ (Büyük Proje) diye adlandırdığı raporunu Kral’a sundu. Kral ve Dük, baş başa bu projeyi bir daha gözden geçirdikten sonra, tatbikata geçmeye karar verdiler. Ancak, kısa bir süre sonra, 1610 yılında, IV. Henry suikasta kurban gidince tüm çalışmalar adeta rafa kaldırıldı.
Duc de Sully, bu projeyi “ECONOMIES ROYALES”(3) adlı hatıratında açıkladı ama düş kırıklığını da açıkça ortaya koydu:
“Eğer kralımız, onun kahramanlığını, şöhretini, üstün vasıflarını, ileriye dönük cesur projelerini kıskanan, iç ve dış düşmanlar tarafından katledilmeseydi, ‘Konfederasyon’’un kurulmasına çok yaklaşmıştık.(4)
Proje’ye göre, Avrupa, bir Hıristiyan Birliği olarak planlanıyordu. Katolik, Protestan ve Kalvinistler, bu topluluk içinde saygın ve eşit bireyler olarak yaşamlarını sürdüreceklerdi. Polonya ve Macaristan, İskandinavya ve bugünkü anlamda tüm kıta Avrupa devletleri bu federasyonun üyeleri olacaklardı. İspanya ve İngiltere topluluk içinde yer almakla birlikte özel bir konuma sahiptiler.
Birliğin yönetim merkezi STRASBOURG’da(5) bulunacak bir meclis tarafından yürütülecek ve bu meclis gerekli gördüğü ihtisas komisyonları kanalıyla icraatını gerçekleştirecekti. Konfederasyon üyeleri arasında mal ve hizmet mübadelesi de hiçbir engele tabi olmadan serbestçe yürütülecekti.
Proje, 16. yüzyıl sonu Avrupa’sında adeta, ihtilal sayılacak bir ilkeye yer vermekteydi: “ferdin üstünlüğü ve insan hak ve hürriyetlerinin korunması.”
IV. Henry şöyle diyordu:
“Fertler kralın kulları değildirler. Tam tersine, Kral, halkın irade ve isteklerini yerine getirmekle yükümlü bir kişidir. Ve bu yolda çalıştığı sürece şan ve şöhrete kavuşur.” 17. asrın başlarında bu sözleri söyleyebilecek ve kaleme alabilecek hükümdar veya devlet adamlarının sayısının fazla olmadığını kabul etmek gerekir kanaatindeyim.
Özetle, Jean Monet ve Robert Schuman’ın(6) 1950’li yıllarda AB’nin inşası yönünde attıkları adımın tüm teorik altyapısı hazırdı; sadece güncelleştirilmesi gerekiyordu. Ve bu adım büyük bir başarı ile atıldı. Avrupa Birliği, “Büyük Projeyi” hazırlayanların tahminlerini kat ve kat aşarak muazzam bir siyasi, sosyal ekonomik ve kültürel güç haline geldi.
Buraya kadar yazdıklarımdan ülkemiz için ‘biraz daha sabır tavsiyesi’ çıkarılabilir.
Ancak görüşüm, 400 yıllık tarihi perspektifi göz önünde bulundurarak, Ankara Antlaşması’ndan beri geçen 50 yılın bilançosunu tam, eksiksiz ve yansız bir şekilde çıkarıp, toplulukla ilişkilerimizde nerede hata yaptığımızı ortaya çıkarmaktır. Bu suretle ileriye dönük, görüşmelerimiz ve ikili ilişkilerimiz çok daha sağlıklı bir zemine oturtulabilecektir.
Son analizde, ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ , bir medeniyet ülküsüdür. Bu ülküye ulaşmak için atacağımız her adım bizi uygarlık çizgisine daha da yaklaştıracaktır. Bu seviyeye ulaştıktan sonra, Avrupa kulübünün içinde yer almamızın veya dışında kalmamızın önemi yoktur. Çünkü bizim esas büyük hedefimiz Ulu Önderimizin emrettiği gibi “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne” çıkmaktır.
1 IV. Henry(1553-1610): Fransa’da iç barışı, uzun savaşlardan sonra sağlayan ve ekonomik ve siyasi gücünü tekrar kazandıran kral olarak tanınır.
2 Duc de Sully (1560-1641): Maximilien de Bethune, Sully Dükü, IV. Henry’nin baş danışmanı, maliye, savunma ve bayındırlık bakanı.
3 Economies Royales (Kraliyet İktisadiyatı): Sully Dükü, hatıratını bu başlık altında kaleme aldığı kitabında toplamıştır.
4 Bu sözleri, Sully’nin yukarda adı geçen hatıratından nakleden François Bayrou’dur. François Bayrou, Fransa’da iki dönem Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, 2012 seçimlerinde başkanlık için adaylığını koymuş, Avrupa parlamentosu eski üyesi, çok ünlü bir bilim adamı ve siyasetçidir. Halen DEMOKRATİK HAREKET adlı bir partinin başındadır. Bu yazımı hazırlarken onun 1998 de yayınladığı “Henry IV” adlı eserinden faydalandım.
5 Avrupa Parlamentosu bugün Strasburg’da bulunmaktadır. Sully’nin zamanında Strasburg ‘Bağımsız bir şehir devleti’ konumunda idi.
6 Jean Monet (1888-1979): Fransız İktisat Siyaseti uzmanı ve diplomat. Avrupa Birliği’nin baş mimarı olarak bilinir. MR. EUROPE diye anılır. Robert Schuman (1886-1963): Lüksemburg doğumlu Fransız Hukuk Profesörü. 1948-1952 yılları arasında Fransa Dışişleri Bakanlığı’nı yürütmüş ve bu dönemde Avrupa Birliği’nin siyasi bütünleşmesinde çok etkin bir rol üstlenmiştir.