David OJALVO
6-7 yıl öncesiydi. Hafta başlarında üniversite çıkışı gazeteye geçtiğim, sayfa hazırladığımız günlerdi. Bugün de olduğu gibi, konuk yazarlar vardı. Onlardan biri de Mahir Ünsal Eriş’ti. Kendisini, makaleleri aracılığıyla tanımıştım. Gazete ve dergicilik çerçevesinde çalışmalarımız gerçekleşmişti. 2009 baharı ile 2012 sonbaharı arası büyük ölçüde İstanbul dışında yaşadım. Bu süreçte 2012 yılında “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” ve bu sene “Olduğu Kadar Güzeldik” adlı öykü kitaplarını yayımladı Mahir Ünsal Eriş. Onları okudum ve beğendim.
***
Bazen düşünürüm. Neden her gün yeni makaleler yayınlanır, romanlar basılır, dergiler çıkartılır? Sevda, hüzün, mutluluk, yalnızlık, keder ve nice duygu yeterince anlatılmadı mı? Sonra biraz daha kafa yorarım. Bu sorular, “güneşin neden her gün yeniden doğduğunu” sormaya özdeşmiş meğerse içimde. Varoluş hareketli… Her birey, nice duyguyu kendince deneyimliyor. İsimlere aldanmamalı, duygular basit kavramlar değil! Varoluşun ortak yönleri çokça görünse de, her birimizin yaşamı eşsiz. Zarif detaylar söz konusu; hislerimize, yaşadıklarımıza bakış açımızda farklılıklar nice... Böylelikle anlatma kaygısı canlılığını korudu, koruyacaktır da. Yazmak yaşamdan tomurcuklanır ve onu izler, onun önüne geçemez kanımca.
Mahir Ünsal Eriş’in öyküleri tam da burada. 1980’lerden, 90’lardan gülümsüyorlar bizlere. Bir yanıyla oldukça saf; ama bir o kadar da buruk bu gülümseyiş. Bilgili, kendiyle barışık, yer yer kadere teslim; ama günün sonunda kızgın değil, nispeten kırgın. Anlatım akıcı, coşkuya özlem duyarcasına… Kelimeler zengin; mineralden, vitaminden zengin toprak gibi…
Edebiyat fakirin, yalnızın dostudur. Soğukta kalanları sahiplenir, kalp kırıklıklarını içselleştirir, masumiyetin yitirilişine kolay razı gelmez, öksüze kanat gerer, yerine gelmeyen adaleti gelecek adına kaydeder. Kısa hikâyeler, kör talihin karşısında dik duruyor. Mahir Ünsal Eriş’in iki kitabında da edebiyatın bu sahiplenici yönü var. Bir öyküde giden sevgiliye uzunca mektup yazan, mektubunu sakladığı ajandası çalınan adamın iç dünyasını okuyoruz… Diğerinde ise, o ajandayı alan gencin, üniversiteyi neden yarı yolda bıraktığını… Yaralı vicdanları, kaderin yaraladığı hayatları ve yılların akışında sosyal dokunun ne derece iyileştirilebildiğini ele alabiliriz. Almayabiliriz de boğulan fikirlerin, yalnızlaşan ideallerin arasında. “Böyle gelmiş, böyle gider” sözünü arada bir andık mı, dile getirir miyiz? Hatırladıkça, özünde böyle gitmedikçe de, nice isyanın un ufak olduğunu yüzümüzü ekşiterek fark etmez miyiz?
***
Yazarın öykülerindeki özel coğrafya Erdek… Balıkesir’in bu tatil yöresini, çay bahçeleri, sakinleri, köyleri ve yaşanmışlıklarıyla düşlüyorum. Gelecekte Erdek’i ziyaret edebileceğim günler için, içimde anlatılar birikiyor.
Kitapları okumayı tamamladığında, hikâyelerin içime işleyen bir yanı olduğunu fark ettim. Bunu paylaşmayı isterim. Kaderin yaralayıcı yönünü ele alırken, Mahir Ünsal Eriş’in ‘kaybetme’ temasını sıkça kullandığını içimde not etmişim. “Neden?” diye soruyorum. Yanıt belki yazarın hayatında saklı, belki tanıklıklarında veya ülkemizde yaşama verilin değerin dolaylı yansıması bu. Toplumu tüketime yönelten düzenin manevi yıkıcılığına karşılık sarsılmaz, tüketilemeyecek bir tokat gibidir kaybetme olgusu… Böylesi mutsuzluklar sahici ve terazinin karşı kefesinde maddiyatın ağırlığını doğru algılamalı.
Yazarımızın yeni öykülerini bekleyeceğim. Okuduklarım yaşamla el ele ve bana edebiyatın büyüklüğünü bir kez daha hatırlatıyor.