Geçtiğimiz haftalarda tartışmaya başlanan demokratikleşme paketi esas itibarı ile sosyal çeşitliliği teşvik eden bir karakter sergiliyor. Ancak sorgulanması gereken üzerinde mutabakat aranan konuların nasıl uygulanacağı ve bir adım ötesi bu uygulamaların nasıl ve kimler tarafından, hangi kriterler çerçevesinde kontrol edileceği.
Uzaklardan bakıldığında içinde yaşadığımız manzaranın çok da sağlıklı olmadığına karar veriyor insan. Nasıl olsun ki?
Toplumsal mutabakatın bu denli çatırdadığı benzer dönemleri uzun zamandır yaşamıyoruz. Bu tespiti yaparken kesinlikle siyasi bir söylem geliştirmek değil amacım. Ben olayları takip etmeye çalışan, işinde gücünde, aşırılıklardan hoşlanmayan, güzel şeyler yapmanın kişiyi zenginleştirdiğini düşünen, nereden geldiğini bilen ve nereye gitmek istediği hakkında fikri olan basit vatandaş kimliğimle durumu nasıl algıladığımı paylaşmak istiyorum.
Geçtiğimiz haftalarda tartışmaya başlanan demokratikleşme paketi esas itibarı ile sosyal çeşitliliği teşvik eden bir karakter sergiliyor. Ancak sorgulanması gereken üzerinde mutabakat aranan konuların nasıl uygulanacağı ve bir adım ötesi bu uygulamaların nasıl ve kimler tarafından, hangi kriterler çerçevesinde kontrol edileceği.
Türkiye’miz maalesef bu konuda sabıkalı. Vatandaşlara bir önce önerilen ve şu anda tartışılan paket uyarınca yırtılıp çöpe atılan andımızda hayat bulan mutabakat hep tek yönde çalıştı gibi görünüyor. Bırakın dini azınlıkları toplumda ötekileştiren Alevilerle Kürtler de bu konudan muzdaripler ve bunu açıkça dile getiriyorlar…
“Ne mutlu Türküm diyene’’deyişinde vücut bulan uzlaşı zaman içinde heyecanını ve ne yazık ki aynı zamanda anlamını da yitirmiş.
Özelde Avrupa’nın ancak esas itibarı ile tüm dünyanın yerle bir olduğu dönemde, Birinci Dünya Savaşı’nın korkunç yıkımı sürecinde Türklük fırtınalı bir havada gemilere referans olan fener misali, güvenilir bir ışık olarak önerilmiş. Kurtuluş Savaşı bir yanda Sevr ‘in yakıcı etkisini ortadan kaldırırken, Osmanlı’nın ağır mirası üzerine yeni bir söylem içeren bir yaşam tarzı belirlenmiş rota olarak. Burada bana göre koyu bir milliyetçilikten ziyade ‘mua sır medeniyetler’ seviyesine gelmek hedeşenmiş. Bu hedef bir süre bir ortak bir payda olarak kabul edilmiş. Özellikle Cumhuriyet sonrası ve inkılâplar esnasında kendini bulan nesilde bu paydanın etkilerini çok canlı bulmak mümkün.
Ancak o ilk heyecanın geçmesi ve post Atatürk dönemin de aşılması ile girilen süreçteki uygulamalar ortak olduğu söylenen bu paydanın yutturmaca sınırlarında yaşanmaya başlandığını gösteriyor. Burada sözünü etmek istediğim Dersim olayları, Trakya olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, ekalliyetler yanında Alevilerin kamu görevlerinden dışlanması değil. “Ne mutlu Türküm diyene” şeklinde özetlenebilecek mutabakatı yok sayan, gündelik yaşamda bireylerin başlarına gelen ve muhtemelen her biri sessiz bir isyanla geçiştirilen sayısız olaydır üzerinde durulması gereken… Yoksa yukarıda sayılan her bir felâket için son derece mantıklı bir üslupla üretilmiş çok sebep/ mazeret vardır.
Şimdi andımızı çöpe attık. Artık kendini Türk hissetmeyenlerin bu oyunu oynamalarına ihtiyaç yok… Ancak yerine önerilen gerçekten samimi bir alternatif mi, yoksa kompartımanlar arasında yine birinci sınıf olacak mı? Bir gayrimüslim siyasette yer bulabilecek mi, ya da kamu hizmetinde – bir yargıç olarak, bir müsteşar olarak, bir vali olarak görev alabilecek mi?
Yanıtını bir kâğıda yazalım, bunu bir zarfa koyup onu kapatalım ve on sene sonra açalım… Bakalım ne kadar gerçekçi olabilmişiz?
2023’te Cumhuriyetin 100.yaşında bakalım Türkiye moderniteden nasibini aldığı kadar uygarlaşabilmiş olacak mı?
Gelelim toplumsal mutabakata… Bireysel farklılıklara özen gösterilmesi, bireysel haklara saygı ile yaklaşılması temeldeki uzlaşının dinamitlenmesini gerektirmez. Batılı toplumları bizimki gibi olanlardan farklı kılan bu demokratik bilince ulaşmış olmalarıdır. Bunu başarabildiğimiz gün bu coğrafyada mutluluğu ve refahı yakalayabileceğimiz ve diğer toplumlara örnek olabileceğimiz kesin.