Ülkesini uzun yıllar önce terk eden eski arkadaşıma yeni bir mektup yazdım. Belki oryantalist bir kafanın hezeyan dolu satırlarını dizdim, belki de umudun tazelendiğini simgeleyen hissiyatımın resmini çizdim. Kafam çok karışık.
Sevgili arkadaşım,
Sana çok uzun zamandır yazmıyordum. Senin bu güzelim ülkeyi terk etmene çok sinirlenmiş biri olarak beyin göçünün Türkiye için önemli bir kayıp olduğunu düşünmüştüm açıkçası. Çok kızmıştım sana. Hele hele, ‘Dersaadet’te birinci sınıf yaşayan bir şaşkın olacağıma burada orta sınıf da olsam adam gibi yaşamayı seçtim’ sözlerine çok içerlemiştim.
Çocuklarını o buz gibi insanların akşam saat 6’dan sonra evlerine kapandıkları iklimde yetiştirmeyi seçmiştin. Seni ziyarete gittiğimde, sabahın köründe ufacık çocukların karların üzerinde nasıl da güle oynaya bisikletleriyle okullarına gittiklerini görmemin şaşkınlığını yaşamış ama bizim buralarda aynı yaştaki çocukların sıcak servis araçlarında okul yolunu tutmalarının daha insani olduğunu savunmuştum. Seni hiç anlamamıştım zira olanaklarınla buralarda krallar gibi yaşayacağına, terk etmenin manasını hiç algılayamamıştım. Ama sonra, o soğuk, gündüzü bile karanlık ve depresyona her an maruz kalabilecek insanların ülkesinde tıkır tıkır işleyen sistemi gördüğümde bizdeki hatanın nereden kaynaklandığı sorusuna kilitlenmiştim. Evet, kimilerinin tipik bir oryantalistin hezeyanları olarak tanımlayabileceği isyan hissiyatımın samimi, bir o kadar da yapıcı olduğuna inanmanı istemiştim. Sen ise, seçimini yapmış olmanın rahatlığında, yaşamış olduğun, kimilerine göre sıkıcı olan düzenli ve kendini sürekli yineleyen günlük hayatın içinde bana hâlâ kararını verememiş yorgun bir arayışçı muamelesi yapıyordun.
Gençliğimizde epeyce incelediğimiz Spinoza’nın o ünlü sözlerini arkana almış, sanki onun gibi konuşuyordun:
“İnsanın görevi şu soruyu habire sormak olmalı kendine: hayatımızı yeni kurallarla yönetebilmek mümkün mü; yoksa ne karakterimizi ne alışkanlıklarımızı değiştirebilecek güce sahip değil miyiz?”
Spinoza zorunlu olarak yaşamını ve şehrini değiştirdi. Sen zorunlu değildin ama onun sorusuna net bir cevap vererek terk ettin doğduğun yeri. Ben ise bırakamadım. Zira umudum vardı.
Biliyorum, bu satırları okurken müstehzi ifadeli suratını görebiliyorum. ‘Bizim buralarda eğitim sisteminde, gelişen iletişim teknolojileri nedeniyle devrim sayılabilecek yeni düzenlemeler tartışılırken sizde karma eğitim bile tartışılmaya başlanmış bu devirde,’ diyorsundur. Haklısın, maalesef öyle. Hindistan bile Mars’a uydu gönderirken biz neleri konuşuyoruz.
Biliyor musun, bu tür akıntıyı ters yöne çevirmeye ve etkili olmaya çalışan düşünce bulutlarından kurtulmak için Beyoğlu’na uğrarım ara ara. Sizler akşamın ilk saatlerinde evlerinize kapanırken, caddelerinizden bile bir Allah’ın kulu geçmez iken bu güzelim yerde sabaha kadar kızlı erkekli insanların özgürce dolaşabildiğini gördüğümde seni anarım, bu kez benim müstehzi gülüşümle. Umut buradadır, derim. Bu parlak tablo plasebo etkisi yapar yüreğime. Ve sonra hep akil ve bilim insanlarının mutlak tespitine sığınırım. “Hayat mutlaka ileriye doğru gider. Geriye dönüşler istisna ve zorlamadır. Dolayısıyla yok olmaya mahkûm süreçlerdir…”
Salt hükümetin başarısı olarak görüleceğini düşünen kimileri, Olimpiyatların bizde düzenlenmesine karşı çıktılar geçenlerde. Oysaki Olimpiyatlar İstanbul’u ve kısmen Türkiye’yi de her alanda ilerletecekti. Hem altyapı, şehircilik, megapol yaşamı anlamında bir dönüşüm yaşatacak hem de kültürel ve sosyal etkileşim sayesinde bir nebze yerelden evrensele doğru ilerleyecektik. Olmadı. Yazık oldu. Diğer bir deyişle, örneğin dört çeker devasa araçların kaldırımlar üzerinde park etmelerine veya motosikletlerin yayaların arasından geçmelerine seyirci kalmaya devam edeceğiz.
Sevgili dostum, Heraklitos’un dediği gibi, “bir insan aynı ırmakta ikinci kez yıkanamaz.” Hayat sürekli olarak değişim içinde ve hep ileri doğru akıyor.
Boğaziçi yıllarımızda, Aşiyan tepelerinden boğaza bakarak okuduğumuz ve aynı yerden Tevfik Fikret’in görüp yazdığı ‘Sis’giderek dağılacak er veya geç.
Zira, ‘benim hâlâ umudum var.’