Yazımın başlığı ne kadar sıradan, değil mi sevgili okurlar? Başına gelenlerden ötürü yakınan birine çok kolay söylediğimiz sözcüklerdir bunlar: “Sana şimdi zor geliyor ama aslında her şeyin, bizim bilmediğimiz bir nedeni var. Göreceksin...”
Aynı durum, Ekim sonunda benim başına geldi. Çevirilerimle çok meşgul olduğum için bir süre sadece doğrudan bana hitaben yazılmış olan e-postalardan başkalarını okumadım. Eşim, Limmud’a dikkatimi çekti. Çoğunuzun bildiği gibi Rabi Lau da konuşmacılar arasında olacaktı. Kendimden gayet emin bir tavırla, “Canım ben R. Lau’nun kitabını çevirdim, bana ayrıca haber vermez olurlar mı hiç?” deyip geçiştirdim. Meğer haber vermez olurlarmış. Sistem öyle çalışırmış. Bankaların çağrı merkezleri gibi yani. “Gelecekseniz 1’e, gelmeyecekseniz 2’e, hadi git başımdan diyorsanız 3’e basın...”
Sonuçta perşembe günü editörüm Gila’ya tesadüfen sordum, Rabi Lau ne zaman geliyor diye. Meğer pazar günü geliyormuş ama ben treni, Limmud’a kayıt olmayarak kaçırmışım. Kendimi nasıl hissettim biliyor musunuz? Zavallı Gila’nın üstünden dozer gibi geçtim, telefonu eşime verdim ve yatağıma kapanıp ağlamaya başladım. Bütün gün hiçbir telefona cevap vermedim, eşim aracılık etti ama ben özürleri bile kabul etmedim. Zıvanadan çıkmıştım anlayacağınız.
Kötüydüm, hem de çok. Cuma sabahı telefonlara yine cevap vermeme niyetiyle uyandım ama nedense çalan ilk telefonu kaldırdım. Gila’cıktı arayan... Hiçbir kırgınlık uzun sürmemeli. Kaldı ki kırgın olduğum Gila değil, insan faktörünü yok sayan sistemdi. Ve büyük haber: Evet, Limmud’a katılamayacaktım ama Rabi Lau’yu havaalanından karşılamaya gidecektim. Şimdi söyleyin bana, her şeyde bir hayır yok muymuş? Limmud kalabalığında Rabi Lau’yu belki görecek, şansım çok yaver giderse belki tanışacak, o da o keşmekeşin arasında, çevirmeni olduğumu belki duyacak ve hatırlayacak, belki de duymayıp hatırlamayacaktı...
3 Kasım Pazar sabahı, yetkililerden iki genç arkadaşımla birlikte puslu bir havada Sabiha Gökçen Havalimanı’na gittik. Arkada karşılıklı oturma düzeni bulunan bir minibüsle. Önceden sordum Rabi Lau’nun elini öpebilir miyim diye? Kadınlara elini tutturmazmış. Saygı duymak gerek. Çok isterdim elini başıma koyup hayır duası okumasını ama olmadı...
VIP giriş, normal çıkış derken kendimi bir anda Rabi Lau ile karşı karşıya buldum. Yuvarlak ve geniş kenarlıklı siyah şapka, kusursuz kesimli uzun siyah takım elbise, uzun beyaz sakal ve heybetli bir görüntü... Hafifçe öne doğru eğildim, o da öyle yaptı ve sağ elini kalbine götürdü.
Geveze olduğumu biliyorsunuz artık, değil mi? Hemen sazı elime aldım. Kitabı çevirdiğim yedi ay boyunca onun kimliğine büründüğümü söyledim ve en çok merak ettiği soruyu sordum: Kutsal Olan, beş yaşındaki bir çocuktan başta çok şey aldı. Öte yandan 1000 yıllık hahamlık zincirini koparmadı ve Rabi Lau ve eşini sekiz evlatla kutsadı. Rabi Lau’nun kaç torunu vardı acaba? Önce cevap vermeyecekmiş gibi başını yukarı kaldırdı ama hemen gözlerinin içi güldü. En son doğum yapan kızı birkaç hafta önce onu hastaneden arayıp kız-erkek torun sayısını eşitlediğini haber vermiş çünkü başta erkek sayısı açık ara önce gidiyormuş. “Şimdi” dedi Rabi Lau gururla, “on dört kız ve on dört erkek olmak üzere yirmi sekiz tane torunum var. Ama uzun süre öyle kalmayacak. Hanuka’da bir tane daha geliyor, kız mı, erkek mi, bilmiyorum.” Ve ekledi. “Sekiz yaşında Yisrael’e giden çocuk, 28 torun sahibi oldu. Gematriya’da yirmi sekiz, Koah, yani güç, kuvvet demektir.” Ben onu anladığımı belli etmek için iki elimi birleştirdim çünkü bir elin gematriya’sı 14, iki elin gematriya’sı ise doğal olarak 28’dir. “Birlikten kuvvet doğar.”
Kanıt ister misiniz? İbranice el anlamına gelen yad sözcüğü, yod ve dalet harfleriyle yazılır. yod 10, dalet 4’tür. Elimizdeki küçük kemiklerin sayısı, bu ne tesadüftür ki... 14’tür. Sayın, göreceksiniz. Koah sözcüğü ise kaf ve het harfleriyle yazılır. Kaf 20, het de 8’dir; yani 28.
Peki torunlar? Onlar evlat sahibi olmuş mu? Olmazlar mı? Rabi Lau’nun 28 tane de torun çocuğu var. “İki kere 28 yaptım” dedi Rabbi Lau, gülümseyerek. Gelin şimdi Tanrı acımasızdır (tövbe) deyin. Aldı ama misliyle geri verdi.
Holokost’u genlerimizde taşıdığımızı söylediğimde, önce itiraz etti ama Holokost’u zulmün zirveye ulaştığı an olduğunu, pek çok enkarnasyonumuzda çeşitli sürgün ve pogromlara maruz kaldığımızı ve Holokost’u bu yüzden genlerimizde taşıdığımızı açıkladığımda, kabul etti.
Rabi Lau’nun 'Derinliğin İçinden' kitabını hâlâ okumayanınız var mı bilmiyorum ama kendisi ile de konuştuğum gibi, bu bir felâket değil, bir umut kitabı. Derinliğin içinden, zirveye çıkışın öyküsü.
Rabi Lau, Aşem uzun ve sağlıklı ömür versin, 76 yaşında. 3 Kasım Pazar sabahı birkaç saatliğine İstanbul’a geldi ve hemen o akşam geri döndü. Bir gece öncesinde hiç uyumamıştı ama neşeli ve dinç görünüyor, enerjisi insana yaşama sevinci ve yenilmezlik duygusu veriyordu.
Rabi Lau’nun kitabının çevirmeni olarak varlığımdan bihaber herkese minnet borçluyum. İyi ki beni unuttunuz, iyi ki tepkimi fazlasıyla ortaya koydum, iyi ki Genel Yayın Yönetmenim İvo Molinas duyarlılık göstererek devreye girdi, iyi ki editörüm Gila beni anladı, iyi ki Cemaat Başkanımız İshak İbrahimzadeh çözüm üretici kişiliği ile sorunu hallediverdi ve iyi ki Rabi’yi karşılamaya giden genç arkadaşlarım beni de aralarına aldı.
Rabi Lau artık ismimi biliyor. İnanılmaz hafızasına beni kaydetti. Eğer kısmet olur da ağabeyi Naphtali Lau-Lavie’nin kitabını çevirirsem, bir kez daha sınavdan geçmeme gerek kalmayacak. Rüştünü kanıtlamış bir çevirmen olmama rağmen, Rabi Lau’nun kitabını tercüme edebilmek için bir deneme yapmak zorunda bırakılmıştım.
Sevgili okurlar, bizi üzen pek çok olayın, bizim iyiliğimiz için olduğu, eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Yeter ki mücadeleyi bırakmayalım.