İran’da Cumhurbaşkanlığına Hasan Ruhani’nin gelmesi meyvelerini vermeye başladı. Ruhani, İran halkının veya İran yönetiminin cumhurbaşkanlığına getirebileceği en iyi isim olduğunu ispatladı. Bu sayede istenen oldu, Ruhani nükleer araştırmaları konusunda Batı’yı ikna ederek geçtiğimiz pazar günü bu konudaki bir anlaşmayı imzaladı. Ahmedinejad döneminde savaşın eşiğinde olan İran’ın, sadece diyalog yoluyla yani konuşarak, temaslarda bulunarak yönünü değiştirdi. Altı ay gibi kısa sayılacak bir süre için bile olsa, ekonomisini vuran ambargoların bir kısmının gevşetileceği bir ülke haline getirdi.
Cumhurbaşkanlığı öncesinde Batı dünyası ile ülkesinin nükleer baş müzakerecisi olarak görüşen Ruhani, bu son dönemde bir liderin ülkenin kaderini belirlemekte ne kadar önemli olduğunu gözler önüne serdi. Ahmedinejad ne kadar saldırgan ve uzlaşma karşıtı idiyse, Ruhani bir o kadar sakin ve işbirliği içinde oldu. Böylece İran’ı düzlüğe çıkartacak olan bu ilk anlaşmaya imza attı.
Peki, Ruhani’ye inanılmalı mı?
Kesinlikle HAYIR.
Anlaşma masasında verdiği sözlere Ruhani’nin kendisi dahi inanmıyordur. Anlaşma hükümlerini uygulamak konusunda tüm samimiyeti ve gayreti ile çalışacağını söylemiş olsa bile sözlerini yerine gerçekten getirmesi konusunda her zaman için çekinceler var olacak. Neticede Ruhani halen sistemin o noktaya getirdiği bir adam ve tüm ipler onun elinde değil.
Batı dünyası ile bozulan ilişkileri onarmak, ambargo yüzünden sürünen ülkeyi kurtarmak İran cumhurbaşkanının asli görevi. İran rejiminde ise ülke politikalarını etkilemek pek de halkın seçtiği bir adama bırakılmaz. Seçimlerin şeklinden de bu açıkça görülüyor zaten. Unutulmaması gereken önemli bir nokta daha var. Nükleer silah programı İran’ın devlet politikasının bir parçası. İran’da gerek rejim gerek yürütülen politikalar o kadar katı ki bir günden bir güne değişmez, değişeceği de beklenemez.
Benzetme yapmak gerekirse nasıl bugünden yarına İran tam demokratik, laik bir ülke olmayacaksa, hatta buna yeltenmeyecekse, bugünden yarına İran nükleer programından vazgeçmez. Sadece ve sadece vazgeçmiş gibi görünür. Nükleer araştırmaların göstermek istedikleri parçalarını gösterir ve oyalamaya, zaman kazanmaya devam ederler.
İsrail Başbakanı Netanyahu da bunun farkında olacak ki anlaşmayı en sert şekilde eleştiriyor. Hiç de haksız sayılmaz. Ancak bazen bir şeyin yanlış olduğu veya ihtimalin düşük olduğu bilinse bile sonuç değişmez, her şeye rağmen yine de yapılır. Umut için. Tıpkı şans oyunları gibi. Sayısal veya yılbaşındaki büyük ikramiyeyi kazanma şansı son derece düşüktür, ama yine de bilet alınır “ya kazanırsam” diye ümit ederek. İran’ın sözünde durma ihtimali daha da zayıf. Ancak yine de İran’a daha doğrusu barışa bu şans tanınmalı.
Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise İsrail’in gücü. İsrail, Netanyahu’nun sergilediği kadar zavallı ve çaresiz bir ülke değil. İran’ın nükleer silahlarından endişe etmesi doğal ancak İran’ın nükleer silahlarından endişe etmesi ve korkması gereken ilk sıradaki ülke bile değil İsrail aslında. Bir aptal bile İran’dan İsrail’e yöneltilecek bir nükleer silahın Ortadoğu’nun sonu olacağını bilir. Nükleer silahların terörizme alet olması riski, tüm dünya ülkelerinin endişe etmesi gereken asıl konu.