“Yukarıya resimlerini koyduğum iki kaşık arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?” diye sorsam, siz, “dur bakalım, biri sanat eseri olan bir kaşık diğeri güncel anlamda ‘kitsch’ dedikleri bir ürünün resmi” diyebilirsiniz.
Aslında her iki kaşığın sap kısmı yüzen bir kızı canlandırıyor ama benzerlik orada duruyor. Ahşap kaşık, usta bir el tarafından oyulmuş, zarif çıplak, saçı Mısırlılara özel şekilde kesilmiş, sempatik görünen bir kızı gösteriyor. Diğer kaşık ise, yuvarlak kısmı paslanmaz çelikten, sapı ise plastiktendir ve bu kızımız pek genç olmayabilir; gayet kapalı da bir mayo giymiş.
Ancak aralarındaki en önemli fark kaşıkların yaşında: Mısırlı kızı canlandıran kaşık takriben milattan önce 1550 yılında yontulmuş, Paris’te, Louvre Müzesi’nin Mısır Galerileri’nin bir vitrininde teşhir ediliyor. Birkaç sene evvel onu gördüğümde beni çok etkilemişti.
Mayolu kızlı olanı ise, 23 Kasım 2013 tarihinde, bendeniz Zorlu Center’da aldım. Fransız malı; tasarımcısı ‘crea crea’(yarattı yarattı) unvanlı bir grup. “Neden aldın? O kadar mı beğendin?” diye sorabilirsiniz. Cevabım: yukarıdaki Mısırlı kızı hatırlattığı için.
Anlayacağınız bu iki kaşığın imalat tarihleri arasında takriben 3600 yıl var. Bazen de binlerce yıl sonra birdenbire, insanların aynı şeyi düşündükleri ve belli bir fikirde birleştikleri de ortaya çıkıyor.
Daha basit bir yaklaşımla, belki de plastik saplı kaşığı yapan kişiler Louvre Müzesi’ndeki kaşıktan esinlenmiş de olabilirler. Ama şu işe bakın ki bunu yeni, değişik ve modern bir ürün olarak pazarlıyorlar.
3600 yıl önce, basit bir günlük eşyanın böylesine bir zarafetle tasarlanması bizi, Eski Mısırlıların yaşam seviyeleri ve nitelikleri hakkında düşünmeye sevk ediyor.
Sekiz on sene evvel eşimle birlikte bir iş toplantısı için Torino’ya gitmiştik. Şehirde görülecek ne var diye araştırırken o şehrin ‘Antik Mısır Eserleri Müzesi’nin dünya sıralamasında ikinci olduğunu gördük ve ziyaret ettik.
Bizi en fazla etkileyen ve aklımızdan silinmeyecek bölümü, bir saray mimarının mezarında bulunan eşyalara ayrılmış galerisi oldu. Mimarın mezarı firavunlarınkinden uzak olduğu için talan edilmemişti. Dolayısıyla tüm eşyaları orijinal halleri ile bulunup sergilenebilmişti.
Yeniden dirilince yiyebileceği gıdalardan tutun, mesleğini devam ettirmek için pergele varıncaya kadar tüm mimarlık aletleri ve diğer envai çeşit günlük gereçlerinin hepsi oradaydı. Fakat aklımıza takılan teşhir edilen kumaşlardı: en güzel ketenden yapılmış, ince plili, bembeyaz, kolalı ketenler ve yanında bu plileri yapabilmek için kalıp ve ütü… Zira Mısırlılar, iklim şartlarına bağlı olarak tek parça keten kumaştan dikilen elbiseler giyerlerdi. (Uzmanlar Mısır mezarlarında bulunan keten kumaşların günümüz tekniğiyle ‘üretilen kumaşlardan hiçbir farkı olmadığını teyit etmektedirler.)
Bir ilginç not daha Mısırlılar asla yün-keten karışımı veya yün-pamuk karışımı gibi hayvansal ve bitkisel elyafların karışımından oluşan kumaş imaline müsaade etmezlerdi. (Bu sizde bir çağrışım yapıyor mu?)
Beslenmelerine azami dikkat gösterirlerdi. Başlıca protein kaynakları balık ve et idi. Ancak, şimdi sıkı durun, balıkları Nil nehrinin Akdeniz’le birleştiği kıyılardan avlarlar ve kılçıklı ve pullu olmalarına dikkat ederlerdi.
Kırmızı et olarak bilhassa dana yenirdi. Domuz bazı yörelerde yense de pek revaçta değildi hatta bazı bölgelerde ‘tabu’ dahi sayılırdı.(1)
Meyve sebze olarak ilgi gösterdikleri ürünler hakkında Tora’nın beşinci kitabı, Devarim, bize bir fikir verebilir: İsrailoğulları çöldeki yaşamları boyunca sık sık Musa’ya yemeklerden şikâyet etmektedirler. İsrail topraklarına çok yaklaşmışken, yine Musa’ya “Mısır’da yediğimiz pırasa, salatalık, soğan sarımsak ve karpuzu özlüyoruz (11-4)” diye sitem ediyorlardı.
Tarihçiler ise Mısır halkının en fazla tükettiği meyvenin nar olduğunda müttefiktirler. (Narın, en azından ülkemizde, birkaç seneden beri, sağlıklı beslenmenin olmazsa olmazlardan biri haline geldiğini hatırlatmak isterim.)
Kişisel bakımlarına herhalde günümüz erkek ve kadınlarından daha fazla itina gösterdiklerini iddia edebilirim. Erkeklerin saç veya sakal uzatmaları hoş karşılanmazdı. Uzun sakal veya saç ya kirlilik ya da matem işareti olarak algılanırdı. Hele bakımsız bir kişi, cahil veya aşağı tabakaya mensup bir insan olarak algılanırdı.
Erkekler böyle itinalı olunca kadınların da geri kalmaları düşünülemezdi. Antik Mısır eserlerini sergileyen tüm müzelerde, incecik kumaşlardan dikilmiş renkli elbiseleri, binlerce çeşit parfümler, aynalar, makyaj malzemeleri, günümüzde bile taklit edilerek zevkle kullanılan mücevher ve takıları, hayranlıkla seyredebilirsiniz.
Konutlara gelince; ana inşaat malzemesi tuğla idi. (Bunu da Tora’dan zaten biliyoruz.) Üst gelir seviyesindekilerin konutları bugünkü tabirle ‘meta luxury’ kavramına uygun olarak inşa edilmişlerdi. Büyük ve envai çeşit bitkilerle süslenmiş, ortasında geniş bir havuz bulunan bir avluya bakan iki veya azami üç kat üzerinde yerleştirilmiş salon ve odalardan müteşekkil ‘villalar’çok yaygındı. Villanın her bir odasına bitişik banyo herhalde temizlik endişesinin bir yansımasıydı.
Burada duruyorum. Daha fazlasını bilmek isterseniz, durum müsait olur olmaz Mısır’a, yetenekli, bilgili ve sıra dışı bir rehber eşliğinde seyahate çıkmaya ne dersiniz? Bilhassa, tapınakları dolaşırken ve o tapınaklarda binlerce yıl evvel günde üç kere yapılan ayinlerin ritüellerini dinlerken, büyük bir ihtimalle pek yabancılık çekmeyeceğiz.
Ve muazzam yapıtları, belgeleri, eşyaları gördükten sonra kendimize şu soruyu sorabiliriz: “Böyle olağanüstü bir medeniyeti yaratan ve yaşayan Mısırlılar nerede? Tamamının yok olduğunu varsaymak mümkün mü?”
Niçin binlerce yıldır sürekli “zeher lesiat Misraim” diyoruz? Doğumumuzdan itibaren her fırsatta bize Mısırı hatırlatmanın başka bir sebebi mi var?
1 Domuz etinin tüketime yasak olmasının nedeni tamamen ekonomikti. Bilindiği gibi, Mısır tarımı Nil Nehri’nin taşmalarına ve sularının çekilmesine göre düzenlenmişti. Sular çekildikten sonra sıcaklar bastırmadan toprağın çok kısa zamanda havalandırılması gerekirdi. Tam bu dönemde domuzlar tarlalara salınır ve onlar da Nil’in toprakta bıraktığı çeşitli kabuklu kabuksuz hayvanları ve her türlü su bitkilerini aramaya yemeye başlarken toprak tabii bir şekilde havalandırılmış olurdu. Özetle domuz hayati önemde bir tarım aracı olduğundan sayısının devamlı yüksek tutulması şarttı.