2013 biterken geriye baktığımızda gördüklerimiz 2014’te yaşayacaklarımızın aynası mı olacak yoksa ara ara bizi ziyaret eden mucizeler yeni yıla damgasını vurabilecek mi? Beklentiyi abartmamak gerek. Lakin her türlü yaşam mücadelesine devam etmek en doğrusu olacak.
İnsanın uzun bir yol boyunca her daim sona doğru gidişini hatırlatan iki günden biri doğum günüyse eğer diğeri de yılbaşı olsa gerek. Her ikisi de bize, tek gerçeklik olan zamanın bıkmadan usanmadan, hiçbir yere takılmadan düzenli ve istikrarlı bir şekilde hep ileriye doğru aktığını kanıtlıyor adeta.
Erken gençliğimde geçirdiğim masumiyet günlerinin etkisiyle olsa gerek yılbaşlarını hep daha iyi, daha mutlu ve daha varsıl günlerin habercisi olarak algılayıp, hep heyecanlı beklentiler içine girerdim. Ne ülkenin siyasetini, ne dünyanın hallerini, ne de savaşı dert ederdim. Tek kafaya taktığım okulu daha iyi bir derece ile bitirmek ile aşkın peşinde dolunaylı günlerde beyaz yıldıza göz kırpabilmekti. Okul bitti, aşklar yaşandı ve bitti, dostluklar kuruldu veya sona erdirildi. İnsanı tanıdıkça, hayata atıldığımda bu dünyaya sanki acı çekilen bir sınav için gelindiğini düşünmeye başladım. Her yeni bir insanı tanıdığımda hem mutluluğa kapıldım hem de hüzünlendim. Her bir insanın aslında-sanırım kendim de dâhil olmak üzere- hayatın hep kendi ekseni etrafında döndüğünü düşünerek soluk aldığına karar verdim. Çıkara dayalı olmayan ilişkilerin istisna olduğuna kanaat getirdim. İnsanın yaratılışındaki bu defolu özelliğinin her türlü çatışmanın, her türlü anlaşmazlığın ve de savaşların kaynağı olduğu sonucuna vardım.
Lakin bunu kabullenerek hayata devam etmekten başka çıkar bir yol olmadığını da idrak ettim. Ve giderek her bir vakanın, her bir başımıza gelen olayın mutlaka görünmeyen, anlaşılamayan ve ancak sonraları algımıza yerleşebilecek bir manası olduğuna inandım. Ve bu inançla her türlü engele, hüzne rağmen yürümeye devam ettim; devam da edeceğim gittiği yere kadar muhtemelen…
Her yılbaşı öncesi bu kötümser gerçekçilikle yüzleşmeye çalışırım. Yıllar geçtikçe, paniklediğim günlere nazaran artık daha soğukkanlıyım bu mutlak gerçek karşısında. Artık plan filan da yapmıyorum, zira John Lennon’un dediği gibi, “hayat sen planlar yaparken, başına gelenlerdir.” Başına gelenler iyi de olsa kötü de olsa bu gerçekle birlikte hayattan keyif almaktan, ama aynı zamanda ödevleri yapmaktan başka çare yok.
***
2013 de bitiyor çok yakında. Her sene sonunda ana hissiyatımın özelliğine uygun bir şekilde yıl içinde yitirdiklerime bakıyorum.
Gerçek tiyatroyu, sinemayı icra eden, oyunculuklarıyla hayatımızı etkileyen Tuncel Kurtiz’i, Nejat Uygur’u, Metin Serezli’yi, Tekin Akmansoy’u kaybetmişiz. Gençliğimizin unutulmaz sanatçısı Ferdi Özbeğen’i yitirmişiz. Habercilik alanında devrim yaratan Mehmet Ali Birand da gitmiş bu diyarlardan… Her ölüm bizi daha da yoksul kılıyor. Her ölüm bizi daha da yalnızlaştırıyor.
Yurtdışında ise iki önemli ismi kaybetmişiz. Biri ‘demir leydi’ Margaret Thatcher, diğeri ise ırkçılığa karşı siyahî başkaldırının simge ismi Nelson Mandela…
Olaylara gelirsek, Türkiye’de 2013’te gerçekleşen en iz bırakan gelişme tartışılmaz bir şekilde ‘Gezi Olayları’ idi. Yeşili, çevreyi ve İstanbul’u sahiplenme dürtüsüyle kimi gençliğin başlattığı olaylar, kısa bir süre içinde tüm Türkiye’ye yayılırken, Taksim ve Gezi Parkı çevresinde yaşananlar tarihe, ‘Türkiye Komünü’ başlığı altında çok özel bir gençlik hareketi olarak geçecekti. Maalesef sekiz kişi kaybedilirken Gezi Olayları, evrensel başkaldırı kültürü ve tarihinde yeni bir sayfa olarak ölümsüzleşmiş oldu.
Yurt dışında ise İsrail’in ‘Mavi Marmara’ özrü, Mısır askeri darbesi ve Suriye olayları 2013’ün en konuşulan meseleleri oldu.
2013 aynı zamanda, özellikle görsel ve yazılı medyada antisemitizmin belirli bir şekilde arttığını gösteren bir yıl olarak da tarihte yerini aldı maalesef.
***
2014’e girerken geçmişe özlemle bakmanın bir anlamı yok. Sezen Aksu’nun eserinde olduğu gibi, ‘şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler’i dile getirmenin de faydası yok.
Yeni yılda hayatla mücadele etmeye devam ederken sağlığımıza duacı olmaktan öte talepkâr olmayı duvara konuşmak gibi görüyorum.
2014’ün her şeye rağmen, hayal kırıklıklarımızın daha az, mucizelerin daha çok arz-ı endam ettiği bir yıl olmasını da dilemek isterim.
Zira nerede yaşam varsa, her şeye rağmen umut da vardır.
Not: 2013 biterken en büyük kaybımız müstesna insan David Altaras oldu. O, faziletin peşinde koşan, kimseye biat etmeden yoluna kararlılıkla devam eden ‘David Abi’ artık yok. Erdemli dünya biraz daha yoksullaştı bugün. Nur içinde yatsın…