Yavaşla!

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
25 Aralık 2013 Çarşamba

Aylardan aralığı çok seviyorum; öncelikle de etrafta bir ay süren bayram havasını… Kasımda Hanuka Bayramı ile başlamış olan ışıltılı enerji, sevdiğimiz arkadaşlarımızın Noel Bayramı ve Yeni Yıl heyecanıyla tüm aralık ayı boyunca devam ediyor. Sokaklar, alışveriş mağazaları, hatta evlerin bahçeleri ışıldamaya başlıyor, renkleniyor, yılbaşı ağacı olan evlerde ağaçlar ışıltı süslerle donatılıyor, o sevdiğim ışıltılı enerji devam ediyor.

Ancak bir de işin yorucu kısmı var; çalışanlar için – umarım ki – satışlar atıyor, çalışma saatleri uzuyor, yabancı şirketler tatil olmadan önce siparişler yetiştirilmeye çalışılıyor. Yılbaşı davetleri oluyor, hediyeler alınıyor, yemekler yapılıyor, bazı okulların öğrencileri tatile giriyor, son sınavlar yapılıyor, raporlar hazırlanıyor, liste böyle uzayıp gidiyor… Bunların çoğu güzel ve üretken koşuşturmacalar, ancak insanlar bir noktada yoruluyor.

***

Aralık koşuşturmacasının içine çekildiğim bu sıralar, aklıma Psychology Today’de okuduğum “Yavaşla!” diye başlayan bir makale geldi. Daha yavaş hareket ederek, zamana karşı yarışmadan, aşırı koşturmadan yapılan hareketlerin, aslında insana zaman kazandıracağından bahsediyor Dr. Susan Biali. Makalenin yazarı Dr. Susan Biali’nin kendisi renkli bir kişilik; sağlık ve mutluluk üzerine araştıma yapan bir tıp doktoru, Flamenko dansçısı ve yazar. Özet olarak “Acele işe şeytan karışır” demek isteyen makalede Dr. Biali, kendi hayatında da acele etmenin yarattığı sorunlardan örnekler verirken aslında daha da çok vakit kaybıyla sonuçlandığını okuyucuya gösteriyor; örneğin uçağa koşarken topuğunuzun kırılması veya arabayla ani dönüşler yaparken kaza yapmanız gibi. Kendi hayatını da bir nevi yavaşlatmaya çalışıyor.

Acele eden danışanlarının güzel zamanları kaçırdığını söyleyen Dr. Biali, çevremize dikkat etmemizi söylüyor, sabahları çocuklarıyla sohbet etmeden, arabada yanındakilerle konuşmadan aceleyle hareket eden kişilerin kendi kendini sakinleştirmelerini öneriyor. Teoride bunlar doğru ama makaleyi okurken, kendi kendime “İstanbul trafiğini tecrübe etseydi, aynı şekilde düşünebilir miydi?” diye düşünüyorum. Aklıma geçen hafta köprülerdeki otomatik geçiş gişelerinde tamiratın başladığı ilk gün geliyor. Üç saati aşkın bir sürede eve vardığım, binlerce İstanbullunun bir yerlere yetişmeye çalışırken perişan olduğu gün. “Pozitifliğini koruyabilir miydi?” diyorum.

Ancak yine de çok acele edildiğinde terslikler ardı ardına sıralanıyor; trafikte kazalar kadar hayati konulardan, vapurun kaçması, yemeğin yanması, ojenin bozulması gibi aslında önemsiz ve telafisi kolay konulara kadar… İstanbullular için çok sakin bir hayat pek mümkün değil ama en azından günde bir kere kendimizi yavaşlatmaya çalışmak bir fikir…

***

2013 yılının son hafta yazmayacağım için, sizlere şimdiden sağlıklı, neşeli, bereketli, gözlerinizin içini gülümseten bir yıl diliyorum.

Sıkıntılarınız aceleyle, güzel anlarınız yavaşça geçsin. 2014’de yine görüşmek üzere…