Cristoph Daum’un ilk sezonunda Fenerbahçe kolektif oynayan bir takımdı. Ligi domine edemeyen, ancak genç yaş ortalaması yanında Hooijdonk gibi tecrübeli bir ismin harmanlanmasıyla güzel bir takım çıkmıştı ortaya, nitekim şampiyonluk gelmişti. Daum Fenerbahçe’de iki dönem görev yaptı, bu iki dönemin özelliği de takımın fizik gücünün çok üst düzeyde olmasıydı. Kolay kolay oyundan düşmeyen, gol atma ve yeme konusunda ise belirgin bir özelliği olmayan Fenerbahçe’ler yaratmıştı Alman teknik adam.
Zico dönemi adeta Brezilya’da oynanan plaj futbolunu andırıyordu. Alex başta olmak üzere, Roberto Carlos, Deivid, Vederson, Aurelio gibi önemli Brezilyalı yıldızlar barındırıyordu kadro. Göze hoş gelen, ayağa pas yapan ancak çok disiplinli olmayan bir takım havası ortaya çıkıyordu. Maçlar ayırt ediliyordu, büyük ve kritik maçlar genelde güzel geçerken, küçük maçlarda beklenmeyen birçok puan kayıpları yaşanıyordu. Ancak Brezilyalıların en önemli özelliği olan teknik, beklenmeyen zamanlarda beklenmeyen ve yetenek gerektiren golleri de izlememizi sağlıyordu. Zico’nun Fenerbahçesi’nin en önemli özelliği teknik idi.
Luis Aragones İspanya’yı Avrupa şampiyonu yapıp Fenerbahçe’ye geldiğinde, öyle bir beklenti yaratıldı ki sanki Fenerbahçe, İspanya Milli Takımı’nın oynadığı futbolu oynayacaktı. Beklentilerle yaşananlar ters orantılı oldu Aragones zamanında. Takımın hangi düzenle oynadığı belli değildi, ne futbol güzelliği yansıyordu sahaya, ne teknik, ne de taktik... Aragones’in Fenerbahçe’si, Fenerbahçe gibi değildi…
Aykut Kocaman Fenerbahçe’nin başına gelir gelmez tek bir mesaj verdi ve hep bu mesajın arkasında durdu. “Benim takımım koşacak, koşmayana takımda yer yok.” Nitekim Kocaman döneminde koşu rekorları kırıldı, az koşan ve tekniğe dayalı isimler hocayla sorunlar yaşadı. Ancak Aykut Hoca kendi felsefesini takıma empoze etmeyi başarıp istediği isimlerle, istediği şekilde yoluna devam etti. Bu dönemde Fenerbahçe hücum adına aşırı üretken olmayan, ancak kalesinde de zor gol gören bir takım hüviyetindeydi. Aykut Kocaman için oynadığı dönemin aksine; defans, ofanstan çok daha önemli oldu. Klasik bir İtalyan takımını andırıyordu Fenerbahçe. Bir gol atıp, topu ayağında tutarak, ayağa paslar yaparak oyunu elinde tutmaya çalışıyordu. İzleyenler için o kadar renkli olmasa da sonuç adına istediğini alan bir Fenerbahçe vardı sahada ki, Bu felsefe ile Fenerbahçe kendi tarihinin en başarılı derecesini elde edip, UEFA Avrupa Ligi’nde yarı final seviyesine geldi.
Ersun Yanal, gittiği her takımı iyi hücum yapan ve çok gol atan bir takıma çevirdi. Ersun Hoca’nın çalıştırdığı takımların maçlarını izlerseniz her zaman keyif alırsınız, çünkü gol futbolun en güzel anı. Yanal’ın felsefesi de “gol atmak, gol attıktan sonra atılan golü korumak yerine, yine gol atmak.” Bu felsefe bu sene Fenerbahçe’ye de yansımış durumda. Aykut Kocaman’ın İtalyan stilinden, sıyrılmış ve çok gol atıp bunun yanında çok gol yiyen bir Fenerbahçe var. Aslına bakarsanız Kocaman’ın kadrosuyla, Yanal’ın kadrosu aynı, ama iki farklı felsefe ile aynı kadronun nasıl farklı kimliklere bürünebildiğinin en önemli göstergesi Fenerbahçe.
Fenerbahçe’de teknik adamlık yapmış son beş ismin özetle değerlendirilmesi bu şekilde. Daum’un fizik gücü, Zico’nun tekniği, Kocaman’ın koşu mesafeleri ve mücadelesi, Ersun Yanal’ın hücumunu bir araya toplarsak eğer belki ortaya bir Barcelona, Real Madrid, Manchester City çıkıyor. Peki, sizce en önemli özellik hangisi?
Benim cevabım basit. Yukarıda saydığım Barcelona, R.Madrid, Manchester City gibi takımların dışında bana göre hücum futbolu oynayarak bu üst düzey takımlara karşı başarılı olmak imkânsız. Demem o ki Ersun Hoca’nın gole dayalı güzel futbolunu bir Chelsea ya da Manchester United’a karşı oynarsan darmadağın olursun. Antalyaspor, Gaziantepspor gibi takımlara Sow, Emenike, Webo, Kuyt dörtlüsü ile çıksan o maçı mutlaka domine edersin, çok fazla da gol pozisyonuna girersin. Tıpkı bu sezonun Fenerbahçesi gibi. Ancak ve ancak bu sadece Türkiye Ligi’ni götürür ve taraftara çok gol izlettiği için zevk verir.
Fenerbahçe yönetimi akıllıca bir tercih yaparak Avrupa yasağı var diye Türkiye Ligi’ni domine etmek adına Ersun Yanal ismini seçti diye düşünüyorum. Ancak şunu da itiraf etmek gerekir ki, bir Barcelona ya da onun ayarında bir takım değilsen, O zaman Aykut Kocaman’ın felsefesinin, Ersun Hoca’nın felsefesine kıyasla çok daha evrensel ve orta ölçekli bir takımı Avrupa’da üstlere taşıyabilecek bir felsefe olduğuna inanıyorum.