Kendimi bildim bileli yazdım. Yazdıkça bir parçam gibi bütünleşti yazdıklarım benimle. Yazdıkça sıraya girdi sözcükler, düşüncemden bile gizlediklerimi sundular bana. Dönüp de önceleri kağıda, sonra ekrana ne yazdım diye baktığımda ise kah şaşırdım, kah inanamadım okuduklarıma. Sonunda yazıları kendi yazmadığıma ama yazıların ortaya çıkmak için bana geldiğine ikna oldum. Onları her gelişlerinde kabul etmeye karar verdim. Kabul ettikçe daha sık uğrar oldular. Kimi zaman özlü söz oldular, kimi zaman şiir ruhuna büründüler.
Heyecanlıyım. Her yenilikte olduğu gibi bu başlangıç da heyecan verici. Kendimi bildim bileli yazdım. Yazdıkça bir parçam gibi bütünleşti yazdıklarım benimle. Yazdıkça sıraya girdi sözcükler, düşüncemden bile gizlediklerimi sundular bana. Dönüp de önceleri kağıda, sonra ekrana ne yazdım diye baktığımda ise kah şaşırdım, kah inanamadım okuduklarıma. Sonunda yazıları kendi yazmadığıma ama yazıların ortaya çıkmak için bana geldiğine ikna oldum. Onları her gelişlerinde kabul etmeye karar verdim. Kabul ettikçe daha sık uğrar oldular. Kimi zaman özlü söz oldular, kimi zaman şiir ruhuna büründüler.
Geldikçe yazdım, kaydettim. Kaydettikçe bir soru dönüp durmaya başladı beynimde: Anlamı ne? Bir amacı olmalıydı bu yazıların. Tamam, beni uyandırıyor, düşüncemi genişletiyor, bakışımı geliştiriyor, büyümemi sağlıyorlardı. Ancak, yine de tek anlam bu değildi sanki.
Anlamını bilmesem de, sosyal medyada paylaşmaya başladım yazıları. Bir taraftan çocuğum kadar seviyor, onları herkes okusun istiyordum. Öte yandan çekiniyordum. Hak etmediğim bir reklam kampanyası düzenliyormuşum gibi geliyordu bana. Yine de, içinde bir ses “sal” diyordu, “Yazıları evrene sal. Sen bir mesajcısın.” Mevlana’nın o müthiş sözünü anımsadım o sırada “Mesajcı ne taşıdığı mesajı bilir, ne kime yönelik olduğunu. O sadece mesajı taşır.” Öyle ya, hepimiz kendi algısına göre değerlendirmiyor muydu tüm okuduklarını? Her okuyanın algısı elbet farklı olacaktı. Oluşan her bir yazıyı paylaştıkça, yavaş yavaş, tanıdık tanımadık insanlardan yorumlar almaya başladım. Olumlu yorumlar. Doğal olarak olumlu yorumlar. Zira toplumsal kültürümüz gereği; okur, fikri olumsuz olduğunda, kendine saklıyordu yorumunu. Ben ise, ne bilinçli olarak herhangi bir kişiye bir mesaj vermek, ne de yol göstermek gibi bir amaç güdüyordum. Aslında yazdıkça kendi farkındalığımı geliştiriyordum. Sanal âleme bıraktıkça bu farkındalıklarımı, ufak da olsa bir okur kitlem oluşmaya başladı. Sosyal medyanın en keyifli yanlarından birini deneyimlemeye başladım bu arada: Hızlı iletişim. Halk ozanlarının atışmaları gibi atıştığımız çok oldu. Birbirinden çok uzak mekânlarda, birbirini tanımayan insanlar arasında bir zamansızlık ve mekânsızlık hali, bir yazı birlikteliği doğmuştu. Bugünden yarına hem kendimi tekrar etmeden hem de genişleyerek başka ne yazabileceğimi bilmiyordum. Doğrusu, düşünmüyordum da. Gün nasılsa getirir kendini insana. Yaşanması gereken yaşanır. Hâlâ bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa, o da yepyeni bir okyanusa açılmakta olduğumdur. Bundan böyle her ay buradan seslenmeyi deneyeceğim sizlere. Nasıl yazılarla karşılaşacak, nelere vesile olacağız? Olasılıkla incelediğim sergilerde hissettiklerim, gezip gördüğüm yerlerde deneyimlediklerim, bazen duyduğum bir cümleye verdiğim bir tepki ya da belki de toplumsal bir olayın kendimce değerlendirmesi olacak. “Bu olaya bakmanın başka bir yolu vardır” düşüncesi ile şekillenen bakışım ve algılarım başrolü oynayacak. Hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ve ben, sanırım Şalom gazetesine gönül veren tüm arkadaşlarım gibi, her yazı sonrasında internet sitemizden yorumlarınızı heyecanla kıvranarak bekleyeceğim. Beğenirseniz kalıcı olurum burada, beğenmezseniz, o zaman da “hayırlısı buymuş demek ki” diyerek yoluma gideceğim, her nereye götürürse.