Kurgulamak, her şeyden önce hayal kurabilmektir. İnsanı, ortamı, renkleri, sesleri, ve tüm yaşamıyla… İster bu öykünün içinde birer kahraman olarak yer alalım, isterse uzaktan gözlemleyelim. Bizim kurduğumuz o hayalde umutlarımız, özlemlerimiz, beklentilerimiz mutlaka yer alacak, bunları dile getirdiğimizde de okuyucuyu duygu ve düşüncelerimize ortak edeceğiz.
Yazma uğraşı içinde olan biri için, insan ve yaşamla ilgili ele aldığı her şey, bir edebiyat ürününün konusunu oluşturabilir. Kimi zaman bu, yazarın dünyaya bakış açısı, gözlemleri, düşünsel yaklaşımları, kurgulama becerileri ile işlenebilir, kimi zaman da konu gelir yazarını bulur, bir şekilde kendini yazdırtmak için sürekli ona baskı yapar. Bu şekilde konusu belirlenmiş bir öykü ya da roman kısa bir sürede kağıda dökülebildiği gibi, yazar, uzun bir zaman onu içinde yaşatarak, olgunlaştırarak, büyük sancılarla kaleme alabilir. Bazen de büyük umutlarla göz kırpan o düşünce kıvılcımları, hiç tutuşturulamadan bir süre sonra sönüp giderler. Yazarların yaşam öykülerini ya da bu konuda yazdıkları denemeleri okuduğumuzda, bunların yaşanmış örneklerini görebiliyoruz.
Nitekim Puşkin, bir gün Gogol’a şöyle demiş:
-Genç dostum, geçen gün aklıma bir konu geldi. Olağanüstü bir düşünce olduğunu sanıyorum, ama içime öyle doğuyor ki, ben bu konudan hiçbir şey elde edemeyeceğim. Bunu siz ele almalısınız; benim tanıdığım bir insansınız ve ondan güzel bir şeyler çıkarabileceğinize inanıyorum.
Gerçekten Gogol, o dinlediği konu, başka bir deyişle o gün Puşkin’in aklına ektiği bu tohumla, en azından ününü borçlu olduğu Ölü Canlar’ı yaratmış.
Kuşkusuz her yazarın konulara yaklaşımı, kurgulama yetenekleri, betimlemeleri birbirlerinden farklıdırlar. Belki de büyük yazarları, diğerlerinden ayıran en önemli unsur bu farklılıklarıdır.
Sözü neden bu konuya getirdiğime gelince…
Geçenlerde bir yazar arkadaşım, köşemde yayımlanmış bir yazımı okuduktan sonra şöyle demişti:
-Bir konuyu denemelerinde çok farklı yönleriyle ele alıp sorguluyor, okuyucuyu düşünmeye yönlendiriyorsun. Yine aynı tema içinde kalmak üzere, bunları ayrı birer öykü olarak neden yazmıyorsun? Bu şekilde hem kendine yeni bir yol açmış olur, hem de Türk yazınına yeni bir bakış açısı getirebilirsin!
O gün ne denli bu işin beni aştığını, başarılı olamayacağımı söylemeye çalıştıysam da inandıramadım. Sonuçta onun önerdiği doğrultuda bir öykü yazmaya çalıştım. Üzerinde ne kadar özenip çaba harcadıysam da, yazdıklarım öncelikle benim için pek doyurucu olmadı. Kısacası bu işi beceremedim! Aslında arkadaşımın önerisini dinlediğimde, yapacağım çalışma ilginç gelmiş, farklı bir alanda kalem oynatmak beni heyecanlandırmıştı; ama bu konudaki yeteneğimi (daha doğrusu yeteneksizliğimi) de göz ardı etmemeli! Şunu da görüyorum: Anlatmakta başarılı olanlar, aynı başarıyı bir öykü kurgulamada yakalamayabilir!
Kurgulamak, her şeyden önce hayal kurabilmektir. İnsanı, ortamı, renkleri, sesleri, ve tüm yaşamıyla… İster bu öykünün içinde birer kahraman olarak yer alalım, isterse uzaktan gözlemleyelim. Bizim kurduğumuz o hayalde umutlarımız, özlemlerimiz, beklentilerimiz mutlaka yer alacak, bunları dile getirdiğimizde de okuyucuyu duygu ve düşüncelerimize ortak edeceğiz.
Sanırım sınırlarımızı bildiğimiz oranda, daha başarılı ürünler ortaya koyabiliriz.