Her sene yazlıklarımı kaldırır, kışlıklarımı indirirken aklıma gelir ama bir türlü uygulayamazdım, bu sene kız kardeşimle birlikte hayata geçirdik. Ne mi yaptık? Minimal bir yaşam için gerekli olanları ortaya çıkardık. Daha doğrusu gerekli olmayanları gözümüzün önünden kaldırdık. Bu işe önce giysilerimizden başladık.
Bu kış neye ihtiyacımız var? Bir yürüyüş ayakkabısı, bir çift bot, karda kaymayacak çizmeler, bir de klasik ayakkabı. Gerisi, balkondaki dolapta, poşetlerin içinde. Bir blucin, bir eşofman takımı, iki elbise, bir etek, bir ceket, iki üç kazak ve diğerleri, hurçların içinde... İki atkı ve iki yün bere bol bol yeter. Varsın her renkten bir düzine olmasın. Eldiven zaten kullanmam.
Geçenlerde aklıma geldi, küçükken karda ayaklarımız nasıl da üşürdü! Nerede su geçirmez, buzda kaymaz çizmeler? İki çift çorabın üzerinde, her tarafından su alan uyduruktan bir bot geçirirdik (daha doğrusu bizi öyle giydirirlerdi) eve döndüğümüzde ayaklarımız uyuşmuş ve kızarmış olur, his kazanmaya başladığında ise özellikle parmaklarımıza, sıcağa yaklaştırdığımızda daha da kuvvetlenen, tahammülü zor bir ağrı girerdi, hatırladınız mı?
Bir palto, bir anorak, geriye kalanı dolabı beklesin... Böylece Aşem kısmet eder de yaz gelirse, kışlıkları kaldırıp yazlıkları aynı mantıkla indirmek kolay olur. Ne olacak ki? Çul alt tarafı hepsi aslında.
Şimdi minimal yaşam dedim diye çuldan çaputtan söz edeceğimi sanmadınız inşallah. Bu, işin sadece bir kısmıydı. Evet, uyguladık ama dolaplarımızı tıka basa da doldurabilirdik, fazla bir şey fark etmezdi. Hayatımız hafifçe zorlaşırdı, o kadar. Bu arada biblolar, tablolar, örtüler de bu hafifletme işinden nasibini fazlasıyla aldı.
Artık düşüncelerimi kalabalıktan arındırmaya karar verdim. Basit ve pembe düşüneceğim. Örneğin üzüldüğüm şeyler benim başıma geliyor çünkü ya ben öylesini hak ediyorum, ya da öylesi şimdi bana zor gelse de, eninde sonunda benim için daha iyi olacak. Başka ihtimaller üzerine kafa yormayacağım. Kendi hayatımı başkalarınınki ile karşılaştırmayacağım. Herkes gibi ben de kendi kaderimi yaşıyorum ve kaderime giden yol, hoşuma gitse de, gitmese de, başıma gelen birtakım olaylarla şekillenmek zorunda.
Örneğin hata ettim, yanlış yaptım, günah işledim... Pişmanım, acı çekiyorum. İyi de, ne zamana kadar? Küçük düşünmeliyim. Kısa düşünmeliyim... Her şey Aşem’in Elinde. O merhametlidir. Bağışlayıcıdır. Pişman olan beni, niye affetmesin? Aynı günahı bile isteye bir daha işlemedikçe, beni affedecektir. Yom Kipur’da özellikle bir daha özür dilerim ve karlar kadar temiz olurum.
Bugünlerde başımıza ne geliyorsa hep çok seçenekli bir yaşam tarzından geliyor. Hiçbir şeyin kolay olabileceğine, hiç kimsenin bizi koşulsuz sevebileceğine inanmak istemiyoruz. Hep zora koşulmak istiyoruz. Basitse, iyi değildir. Mutlaka elde edilmesi zor, anlaşılması güç ve karmaşık olmak zorunda. Öyle değil mi? Her fonksiyonunu ustalıkla kullanabileceğimiz bir telefonu bile küçümsüyoruz.
Diyelim ki biri bize iyilikler yağdırıyor... Öylesine... Karşılıksız. Minnet duyacağımız yerde kuşku duyuyoruz. Hiçbir şey bu kadar kolay olmamalı. Oysa yerde para bulsak, hiç düşünmeden alır, üstüne bir de kendimizi çok akıllı sanırız. Ama değil mi ki biri kazara değil, bilerek isteyerek ve yalvartmadan veriyor, o zaman bunun altında bir çapanoğlu aramalı. Makbul değil. Zorlanmamız gerekirdi ama madem ki bu kadar kolay bahşediyor, biz bir türlü tatmin olamıyor ve o kişiyi hırpalamaya koyuluyoruz. Bana inanmıyorsunuz değil mi? Belleğinizi şöyle bir yoklayın bakalım.
Hayatın yapay zorluğundan kaçabildiğim kadar kaçmaya karar verdim, sevgili okurlar. Aşem’in vereceği her şey, başım üstüne ama artık ince uzun bir yolda, kamıştan yapılmış bir kaval eşliğinde sade ve basit bir yaşam sürdürmek istiyorum. Atamız Yaakov gibi “hey şeyim var” diyeceğim, kolay bir yaşam... Umarım başarırım. İsteyene elim, kolum açık... ama istemeyene artık verebileceğim bir şey yok şu anda. Hayır, bencil düşünmüyorum. Hâlâ sade ve küçük düşünüyorum.
Hep mutlu kalın.