Geçen gün Fenerbahçe Ülker-Barcelona arasında oynanan Euroleague maçındaydım. Hayatımda bu kadar keyifli, bu kadar heyecanlı ve en önemlisi de bu kadar gurur dolu bir 40 dakika geçirdiğimi hatırlamıyorum. Bildiğiniz gibi basket maçlarının süresi 40 dakikadır. Benim seyrettiğim 40 dakika içinde bol bol heyecan, güzel hareketler, kaçan üçlüklerden çok, saygınlık ve entelektüellik vardı. Sanki oranın atmosferi bana maç başlangıcı şunu fısıldadı, “ Futbola küçük bir ara ver.”
Gerçekten de hop oturup hop kalktığımız bir maçtı. Bojan Bogdanovic’in son andaki bomboş üçlüğü kaçırması hepimizi çok üzdü ancak ben Ülker Arena’dan ayrılırken son derece mutlu ayrılıyordum. Gerçekten de futbola 40 dakikalık ara çok iyi gelmişti. Maç esnasında ne abartılı ve hakaret içeren bir küfür ne de kötü bir tezahürat duydum. Oradaki 15 bin insanın büyük bir çoğunluğu “Gerçek basketbol seyircisiydi.” O an bir kez daha anladım ki, basketbol gerçekten de futboldan çok üstün, çok daha entel bir spordu.
İkinci period bitti ve 15 dakikalık ara başladı. Ben de o sırada ihtiyacımı gidermek için tuvalete indim. Biletim en ucuz yerdendi ve genelde futbol stadyumlarındaki en ucuz tribünlerin tuvaletlerinde eğer bir rugby ya da Amerikan futbolu oyuncusu değilseniz tuvalete ulaşmanız biraz zordur. Ya kendini bilmez bir serseri tanrısıymış gibi taptığı tribün reisine tezahürat yaparak ite kaka ön sıralara geçer ya da doğru düzgün bir sıra olmadığından herkes birbirini iteler. İşte bunları düşünerek tuvalete doğru yol aldım. Komik gelecek ama basketbolun büyüsü beni orda bir kez daha etkiledi. Adam akıllı bir sıra vardı. Kimse birbirini itip kakmıyor hatta birbirine çarpınca dönüp özür diliyordu. Haliyle orada bile huzur bulmuştum. Tribüne döndüğüm zaman, alt tarafta konuşlanan bir taraftar grubu gördüm. Kafalarına göre bağırıyorlardı ta ki 15 bin kişilik ‘gerçek basketbol seyircileri’ onları susturana kadar. Gözlerime inanmamıştım. Türkiye’de böyle entel, gerçek sporsever seyirci kitlesiyle karşılaşmak beni hem derinden etkiledi hem de çok şaşırttı. Bir o kadar da mutlu etti tabii ki. Eve döndüğümde biraz futbol kanalını açıyım dedim ancak aklıma Beşiktaş-Kasımpaşa maçı gelince televizyonu kapadım. Gerçekten basketbolun büyüsüne kapılmıştım. Bütün köşe yazılarıma dönüp baktığım zaman ise Alex De Souza hariç futbolun güzelliklerinden veya büyüsünden bahsetmediğimi, tam tersine hep sorunlarını yazdığımı gördüm. Peki, sormak istiyorum. Neden ülkemizde bu kadar futbol yazarı varken, basketbol yazarı tek tük yetişiyor?
Hemen söyleyeyim. Çünkü yazabilecek bir çirkin olay, eleştirilebilecek bir dedikodu ve yazılsa bile o yazıya itibar edip okuyacak bir basketbol taraftarı yok da ondan.
Futbolu sorarsanız,
Kasımpaşa-Beşiktaş maçı tekrarlanacak, Motta ve Almeida’nın cezaları ne olacak? Fenerbahçe şike davası için tekrar başvuracak, İbrahim Hacıosmanoğlu federasyona saydıracak, Galatasaray kupayı kıracak, yapıştırılacak yeniden kıracak. Ha çok özür dilerim nasıl da unuttum. MHK başkanı istifa edecekmiş, çok kötü yönetiliyormuş, hakemi onlar affetmişti… İnsanın içi açılıyor valla. Bir parça da Toroğlu karıştırdık mı tadından yenmez… Afiyet olsun Türkiye.