Başkalarına tuhaf gelebilecek kesin bir inanca sahibim: Dünya, çok az insanın görebileceği işaretlerle dolu ve işaretleri bana gösteren, fısıldayan bir şey var kalbimde. Onu duymaya çalışırım, beni ben yapandır o.
“Delinin biriyim, değil mi?” - “Kafanda küçük bir kuş var diyelim. Bir şairsin yani.”
Bir kuş şakır kafamda, bazı tuhaflıkları olan bir kuş. Sözcüklerin kaç harf olduğunu saydı uzun süre, artık sadece arada bir hatırlatıyor bu yönünü. Kendimi sözcüklerin matematiğine kaptırdığımda, ‘As Good As It Gets’ filmindeki Jack Nicholson’ı hatırlarım, o tatlı kaçığı.
Okuduğum kitapta sevdiğim cümlenin altını çizmeliyim. Kurşun kalemle olmaz, hayır. Mavi tükenmezle başladıysam siyahla da devam edemem. Yani, edemezdim. Şimdi bunu kırdım sayılır, hem de hiç kıyamayacağım şiir kitaplarından başlayarak. İçim pek rahat etmez yine de, döner bakarım, altı mavi tükenmezle çizili cümlelere. Ne olursa olsun kırmızı kalemle alt çizemem ama!
Telefonum çaldığında cevap vermeyebilir, birkaç saat ya da birkaç gün sonra ararım, sahiden konuşmak istediğimde. Tanıyanlar bilir, alınganlık göstermez ya da alınmamış gibi yaparlar. İnsanlarla sürekli iletişim halinde olmak, evrenle temas kurmayı, şiiri engeller.
“Sen soyunasın diye, gece.” Sadece geceleri şiir yazabilirim. Resimden fiziğe, müzikten tarihe birçok alandaki kitabın arasında, ne aradığımı bilmeden ama bir şey aradığımın sezgisiyle her birinin sayfalarını karıştırarak. Yanımda kitaplarım olmadan yazı da yazamam, başlayamam bile yazmaya. Yazarken evimde, odamda olamayacaksam, gittiğim yere beş-on kitabı taşımayı da göze almam gerekecek demektir.
Başkalarına tuhaf gelebilecek kesin bir inanca sahibim: Dünya, çok az insanın görebileceği işaretlerle dolu ve işaretleri bana gösteren, fısıldayan bir şey var kalbimde. Onu duymaya çalışırım, beni ben yapandır o. Thomas Hardy’nin ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak’ romanına başlamayı düşünürken, John Fowles’un ‘Koleksiyoncu’sunu okumam gerektiğini söyler o ses. ‘Koleksiyoncu’nun açtığım sayfasında, “çılgın kalabalıktan uzak bir ev”den söz edilmektedir! “Transnistria diye bir yer varmış, haritada ilk kez dikkatimi çekti” diye içimden geçirdiğim gün, ömrümde belki ilk ve son kez televizyonda Transnistria’dan söz edildiğini duyar, gülümserim. “Anladım” derim, “tamam, oradasın.” Ertesi gün hayati önemde bir işim de olsa, fısıltılarının uğultuya dönüştüğünü, uyanıp masa başına oturmamı istediğini hissedersem, sabaha kadar uykusuz kalabilirim. Şiir muhakkak gelecektir.
“Bir mavi kuş var yüreğimde / çıkmaya can atan / ama ben ondan güçlüyüm, / kal diyorum ona / kimsenin seni görmesine izin veremem / .../ fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları / hiçbir zaman bilmiyorlar onun orada olduğunu / .../ bir mavi kuş var yüreğimde / çıkmaya can atan / ama zekiyim, sadece geceleri izin veriyorum çıkmasına / herkes yattıktan sonra / ‘orada olduğunu biliyorum’ derim ona, ‘kederlenme artık’ / sonra yerine koyarım yine ama hafifçe öter / tamamen ölmesine de izin vermiyorum ve birlikte uyuyoruz / gizli antlaşmamızla ve insanı ağlatacak kadar güzel”*
* Charles Bukowski