Din dersinden nasıl muaf tutuldum?

Sene 1953. İstanbul’a yerleşeli bir buçuk yıl olmuş ve ben evimizin hemen yanı başında bulunan Firuz Ağa İlkokulu’nun 5. sınıfına devam etmeye başlamıştım. Sınıfın tek gayrimüslim talebesi bendim.

Sami AJİ Köşe Yazısı
29 Ocak 2014 Çarşamba

Sene 1953. İstanbul’a yerleşeli bir buçuk yıl olmuş ve ben evimizin hemen yanı başında bulunan Firuz Ağa İlkokulu’nun 5. sınıfına devam etmeye başlamıştım. Sınıfın tek gayrimüslim talebesi bendim.

Bir gün okulun müdürü sınıfa geldi. “Çocuklar” dedi, “bu ders yılında din dersleri başlayacaktır.  Katılmak istemeyenler velilerinden bir kâğıt getirmeleri gerekir”.  Sonra da bana dönerek: “Sami, senin kâğıt getirmene lüzum yok. Din dersi süresince sen bahçede veya avluda oynayabilirisin. Ama din derslerini takip etmek istersen, velinden bir izin kâğıdı getirmen gerekir.”

O anda tüm arkadaşların bana gıpta ile baktıklarını hissetim. Benim gözlerim de herhalde sevinçten parladı. Düşünün; onlar sınıfta iken ben oyun oynayacak veya boş vaktim olacaktı.

Burada bir parantez açıp, o tarihten, birkaç ay evveline dönmem lazım. O dönemlerde ağabeyim ve ben, gazete, kitap ve mecmua okumak hastalığına yakalanmıştık. Tabii önceliğimiz her hafta hasretle beklediğimiz ‘Doğan Kardeş’ ve ‘Pekos Bill’ idi.

Bir gün Tophane’de kırtasiye oyuncak ve kitap satan Atlas Kitapevi’ne gitmiştik. Orada gözümüze dergi formatında satılan renkli kapaklı bir kitapçık gözümüze ilişti: ‘Hazreti Ali’nin Menkıbeleri1 1. Kitap-Kan Kalesi.’

Merak ettik; 10 kuruşa satılıyordu. Hemen satın alıp oracıkta okuduk. Adeta bir macera savaş hikâyesi gibi geldi. Satıcı bunun ilk kitap olduğunu her hafta bir yenisinin geleceğini söyleyince bayağı ilgimizi çekti. Tahmin edeceğiniz gibi birkaç hafta içinde, Hazreti Ali’nin ‘Düldül’ ismini verdiği at, ‘Zülfikar’ adlı çatallı kılıcı ile haşir neşir olmuştum. Ve Onun maceraları sayesinde temel İslam tarihi ile örf ve adetlerini neredeyse yutmuştum2. Parantezi kapatıyorum. Tekrar okula dönüyorum.

Din dersleri başlayınca ben sınıftan çıkıyordum. Ancak ortalıkta benimle oynayacak kimseyi bulamıyordum. Sıkılmaya başladım. En sonunda dayanamadım ve babama gidip durumu anlattım ve bana bir kâğıt vermesini istedim. O da gülümseyerek bana mektup vermeyeceğini ama benim müdüre gitmemi ve dinleyici olarak sınıfta kalıp kalamayacağımı sormamı istedi. Ertesi günü onun yanında idim.

“Eğer yaramazlık yapmayacaksan kalabilirsin,” dedi. Din dersi öğretmeni de müdürün kendisi idi.

İlk dersten itibaren onun anlattıklarını rahatlıkla takip ettiğimin farkına vardım. Hatta ara sıra sınıfa soru yönelttiğinde ilk cevap veren bendim. Bazen de cevabım daha da detaylı oluyordu. Müdür bir taraftan hayret ederken diğer taraftan hoşlanıyordu. Arkadaşlarımdan biri dersine iyi çalışmamışsa, derhal “Sami’den utanın bari” şeklindeki azarlaması hazırdı.

Birkaç ay böyle geçti. Sınıfta ve öğretmenler arasında ünüm ‘çocuk hoca’ya çıkmıştı. Ama kimse bunları nasıl öğrendiğimi sormadı.

Bir gün okula bir müfettişin geldiğini duyduk. Tüm öğretmenler alarma geçti. Herkes talebeleri hazırlıyor, müfettişin sınıfı ziyareti esnasında ne gibi sorular soracağını söyleyerek o konulara yoğunlaşmamızı istiyorlardı.

Tesadüfe bakın, müfettişin bizim sınıfa gelişi din dersine rastladı. Müdürle bir iki kelime konuştuktan sonra sınıfa dönerek suallere başladı:

“Hz. Muhammed hangi kabiledendi?” İlk parmak benden kalktı.

Sualler devam ediyordu ama her suale karşı kalkan parmaklar arasında mutlaka benimki de vardı. Müfettiş hayran kalmıştı. Müdüre dönüp ve beni işaret ederek, “Bu çocukları çok iyi yetiştirmişsiniz, sizi tebrik ederim.” Müdür bir taraftan memnun ama diğer taraftan yüzü kıpkırmızı idi.

Müfettiş, “Size son bir sual; sonra ayrılacağım. Bana Ezan’ı tam olarak kim okuyacak?” Parmak benden kalkınca, müdür derhal müdahale etti.

“Oğlum, sen çok söz aldın, başka bir arkadaşın bunu okusun,” dedi.

Müfettiş okuldan ayrıldıktan sonra, Müdür beni odasına çağırdı.

“Ulan, kerata eğer müfettiş adını soyadını sorsaydı, ben ne hallere düşerdim, hiç düşündün mü? Bundan sonra sana din derslerini yasaklıyorum.”

Özür dileyerek “Peki efendim” dedim, ama samimiyetle itiraf edeyim, o anda bu tepkinin sebebini tam kavradığımı söyleyemem.

Akşam, olayı aynen babama aktardım. Kahkahalarla gülmeye başladı; sonra “merak etme, Müdür sana kızmadı” deyip beni rahatlattı.   

Böylece, arzusu hilafına din derslerinden muaf tutulan ilk talebe ben oldum.

 

 

1 Menkıbe: Din büyüklerinin ve tarihte ünlenmiş kişilere ait öyküler

2 20 kadar kitapçık birikince onları ciltletmiştik. Eve gelen bir öğretmen ‘okumak’ için kitabı ödünç istedi, ben de verdim. Ama geri gelmedi. Halen bekliyorum.