Eyvah Eyvah…

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
5 Şubat 2014 Çarşamba

Genelde herkesin bir biyolojik saati vardır. Her ne kadar zamanla uyku ihtiyacı azalır dense de, mutlu kalkmam için sekiz saate gereksinimim var. Yatma saatim geçince çark bozulur. Gözlerim faltaşı gibi açık sabahın ilk ışıklarını beklerim.

Son zamanlarda gündem yoğun olunca haberleri daha sık izlemeye başladım. Geçen hafta, üstüme ne vazifeyse, gece yarısı açıklanacak olan Merkez Bankası’nın faiz kararlarını dinlemek için nöbet tuttum. Birkaç gün sonra da Amerika’nın FED kararlarını öğrenmek üzere ayakta kaldım. Tabii uyku da gitti bu arada. Sabah gazeteden öğrensem hayatımda ne değişecekti sanki. Ama insanoğlunda önüne geçilmez ‘merak’ diye bir dürtü var. ‘Onu da bileyim; bunu da öğreneyim’ diye.

Aslında günümüz gereği hep bir yerlere yetişme derdindeyiz. Oysaki daha az bilip, daha rahat uyumak da bizim elimizde. Nedense mazoşist yanımız kimi zaman daha ağır basıyor.

***

Geçmiş dönemde bir dostumla sohbet ederken ‘Çocuklar neden ebeveynlerinin sadece kötü huylarını alırlar?’ diye sormuştum. Aldığım yanıt düşünemediğim kadar basitti. ‘Çocuklar ebeveynlerin iyi huylarını da alırlar. Ama biz o yönlerini doğal kabul edip, sadece kötülerini görürüz,’ yanıtını almıştım. Nitekim uyku ile ilgili olarak, bir oğlum küçük yaştan beri kendi başına uyanırken, diğeri hâlâ sabahları uyanmakta güçlük çeker…

***

Akşamları bir yere gittiğimiz zaman mümkün olduğunca cep telefonunu çıkartıp masanın üzerinde bırakmıyorum. İnsanların gözü çoğu kez ekranda. Bana saygısızlık gibi geliyor. Sohbet bölünüyor, lüzumsuz ‘alo’ların sonu gelmiyor. Geçtiğimiz cumartesi akşamı arkadaşlarla gittiğimiz mekânın dört bir yanında televizyon vardı. Bilmem hangi takımın maçı var. Beylerin gözü ekranda…

Sonra, her kim yenildiyse, kederli bakışlar ve hafif söylenmeler… İyi ki bu arada ‘cep’ler çalmadı.

***

Dönüşte gelen grup mesajlarına baktım. Birinde, ‘Cemaat Nişantaşı’nda Eyvah Eyvah’ta…’ yazıyordu. Sonra da kısa bir not, ‘İnsanların gülmeye ihtiyacı varmış.’ Ertesi gün aynı filmin 16:30 seansına gittik. O ne! Sadece üçüncü sırada yer bulduk. Gelenlerin kimi boş bulduğu yere oturuyor, kimi küçük çocuklarını çekiştire çekiştire basamakları çıkıyor, patlamış mısırlar yerlere dökülüyor… Kısaca sinemanın alışageldiği ortamdan eser yoktu. Neyse ki, ışıklar söndü, reklamların ardından film başladı.

Demet Akbağ ve Ata Demirer gerçekten iyi oyun çıkarmışlar. Kahkahalara boğulmadımsa da memnun ayrıldım.

Kendinizi iki saat boyunca bilgi kirliliğinden arındırmak istiyorsanız gidip izleyin.