Şüphesiz yurtdışında herhangi bir konferans veya sunuma giden her Türk Yahudisinin karşılaştığı tipik konulardan birisi “Türkiye’de Yahudi olmak nasıl bir duygu? ” sualidir. Hele bir de bulunduğumuz ortam, diğer ülkelerdeki Yahudi cemaatlerinin katıldığı ortak bir toplantı ise bu soruya maruz kalmanız kaçınılmazdır. Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosu Uluslararası Holokost Anma günü ve Avrupa Yahudi Cemaatleri Fonu toplantısına katılmak için birkaç günlüğüne Brüksel’deydim. Bu yıl anma törenine antisemitizmin gittikçe kendini hissettirdiği Yunanistan’ın Başbakanı Antonis Samaras’ın resmi davetli olarak çağrılıp, konuşma yapması farklı bir mesajı vermekteydi. Tahmin ettiğimiz gibi, anmanın ertesi günü gerçekleşen toplantılarda, cemaatin iç sorunlarından çok ülkemizdeki politik iklim ve bunun Türk Yahudilerine etkileri yabancı dostlarımızın asıl merak ettiği konular arasındaydı. Farklı ülke temsilcilerine, bu yıl Holokost Anma Töreni’nin ilk defa bir üniversitede yoğun bir katılımla gerçekleştiğini ve dışişleri bakanlığı nezrinde katılım sağlandığını söylemek gurur vericiydi.
Ancak ne yazık ki, halimizi hatırımızı soranlar, bizim bazen içerdeyken fark edemediğimiz bir tabloyu bize göstermekteydi. Mavi Marmara öncesinde Türkiye’de bir cemaat olduğu konusunda yeterli bilgi sahibi olmayan birçok ülke cemaati bile, son yıllarda ülkemizdeki gelişmeleri yakından takip etmekteydi. Dönüş yolunda Fransızca gazeteleri karıştırırken aynı soruyu bir kez daha kendime sorma gereği hissettim. Neler yaşamıştı Türk Yahudileri geride bıraktığımız bir senede?
Fransa’da son bir haftada yapılan gösterileri, ellerinde “bu ülke sizin değil” gibi pankartlarla sokaklara dökülen yüzlerce insanı gördüğümüzde kendimizi şanslı mı hissetmeliydik? Yoksa sesimiz çıkmadığından mı içimizde “kırgın ve öfkeli” olsak bile huzurlu görünmekteydik? Bir yandan düşünce özgürlüğü diyerek sokaklara dökülen protestoculara rağmen, anti-semit komedyen Dieudonné’nin gösterilerini birer birer iptal eden Fransa’da, İçişleri Bakanı bizzat kamu düzeni diyerek konuya el atarken, aynı durumun benzerleri bizde yaşandığında büyüklerimiz nasıl bir tepki gösterirdi? Pazartesi günü Fransa’da “kızgınlık günü” adı altında başlayan protestoların “Yahudi nefret günü” ne dönüşmesi üzerine Fransız Yahudi Öğrenciler Birliği Başkanı bir basın bülteni yayınlayarak “Anti-semit sloganlar ve Nazi selamları ile kendini gösteren Yahudi nefreti” ne karşı yetkilileri göreve çağırmıştı. Düşünsenize İstanbul Üniversitesi’nde Türk Yahudi Öğrenciler Birliği sözcüsünün herhangi bir konuda fikir beyan edebildiği bir hürriyeti?
İsterseniz çok hayallere dalmadan şu son birkaç ayda duyduklarımızı bir kez daha hatırlayalım.27 Şubat 2013 günü hükümetimizin en yetkili ağzından “Siyonizmin bir insanlık suçu” olduğunu öğrendik.1 Mart 2013 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Meb Personel sitesinde “İnsanlığın karşılaştığı tehlikelerden günümüzde en zararlısını teşkil eden şüphesiz ki Siyonizm’dir. Siyonizm, Yahudi ırkını üstün gören ve diğer insanları insan yerine koymayan, insanlığı Yahudilere hizmet etmek için yaratılmış olarak düşünen ırkçı bir harekettir. Siyonizm, Nil’den Fırat’a bütün toprakların Yahudiler tarafından ele geçirilmesini öngörür.” ifadesi yer aldı.
22 Mart 2013 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından şehirdeki billboardlar “İsrail Türkiye’den özür diledi. Sayın Başbakanımız, ülkemize bu gururu yaşattığınız için minnettarız.” afişleri ile donatıldı. 2 Temmuz 2013 tarihinde Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay “Gezi parkı olaylarının arkasında Yahudi diasporası olduğunu” belirtti. 20 Ağustos 2013’te yine hükümetimizin en yetkili makamlarından “Mısır darbesinden İsrail’in sorumlu” olduğunu öğrendik. Aynı açıklamada Fransız yazar – düşünür Henry Levi’de referans gösterilerek “Fransa’da yapılan bir oturumda Adalet Bakanı ile bir entelektüel konuşuyor. O da Yahudi” ifadesi kullanıldı. 30 Ekim 2013 tarihinde Ak Parti sözcüsü Hüseyin Çelik öğrenci yurtları ve evleri konusunda demeç verirken“ Ben Hristiyanlığı da Yahudiliği de tasvip etmiyorum. Ama bu Hristiyan’a, Musevi’ye müdahale edeceğimiz anlamına gelmez.” diyerek görüşlerini belirtti.
Bu saydıklarım geriye baktığımda sadece ilk aklıma gelenler. Halen açık bir şekilde antisemit eylemlerde bulunan kimi yayın organlarının resmi davetli olarak uluslararası toplantılara katılmasını, hayatımıza yeni giren faiz lobisi söylemini düşünmek bile istemiyorum. Peki, Malatya’daki radar üssüne “İsrail kalkanı” diyen, hükümeti de “Sen Yahudi cesaret nişanı aldın” diye eleştiren ana muhalefetimize ne demeli? Sözüm o dur ki, Türkiye’de Yahudi olmak her ülkede olduğu gibi zor zanaattır. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyıktır yeri geldiğinde. Hele bir de seçimler yaklaştığında Yahudi karşıtı söylemler, yaşanan olumsuzlukları Yahudi’ye yükleme bilinci tarihten gelen bir yaklaşım, bir nevi can simididir. İleriki bir zamanda nasıl olsa hep beraber el ele kol kola toplu bir fotoğraf çekilip, “Yahudiler bu ülkenin asli unsurlarıdır.” denilip, yaşanan olumsuzluklar da kapanacaktır.
Yaşananları bir kenara itip, profesyonel tur rehberi olarak İstanbul’un en muhafazakâr semtlerinde bile dolaştığımda beni asla yadırgamayan, ülkemizin güzel insanlarına güveniyorum. İşte bu yüzden davet edildiğim her toplantıda, dost sohbetlerinde her şeye rağmen “Türk Yahudi’si olmakla gurur duyuyorum” diyorum. Doğduğum bu toprakların hamurunu, suyunu havasını, insanlarını önyargısız seviyorum.