Bir uçak dolusu insan... Herkes birbirinden o kadar farklı ve yine de her biri o kadar aynı. Hepsi kelimenin estetik açıdan algıladığımız sözlük anlamıyla illa ki güzel olmasa da, sevgi ve duyguları taşıma anlamında çok güzel. Kimi, uykusuzluktan sızıp da kalmış koltuğunda. Kimi gazetesini okumakta. Herkes farklı bir düşünce anında takılı kalmış sanki. Sen, hayatının zorlu bir dönemecinde karanlıklara gömülüp küskün duruyorsun belki herkese. Bir başkası yaşam dolu gözlerle bakıyor. Ama herkesin içinde varlığını idame etme dürtüsü. Bu dürtü kişinin algılarından geçip kimini karanlıklara boğuyor, kimini güneş altında dansa davet ediyor. Fark ediyorum. Her ne ise dışa vurduğu her bir insanın, kendi inançlarından temel alıp kendi algısıyla şekillendirmesine ve bu şekle göre yaşamını gerçekleştirmesine ve bu yolda birbirinden bu kadar farklılaşmasına rağmen herkes aynı şekilde sevilesi. Ne kadar zor bunu görmek! Oysa bir o kadar da kolay! Tek gereken, dışındakine değil de içindeki özüne odaklanmak insanın. Tüm ardında saklandığı hayali filmlerin ötesinden ardına saklanılan hayal örtülerinin ötesini görmeye niyet etmek. Bununla da yetinmeyip kendi niyetine odaklanmak. Odaklansa insan insana, kıyaslama yapmak yerine yargılamadan sadece yüreğine baksa yürek gözüyle -şimşekler çakacak o an- hepimizi birbirine bağlayan tüm o görünmez bağlar bir sevgi ışığı altında görünür olacak.
***
Gözüne baktın mı hiç sokaktaki küçük kızın? Takım elbise diye giydiği yırtık, delik pijamadan ayırıp da dikkatini, baktın mı gözünün ta derinine? Ya da patlak çorabından baş parmağı çıkmış ayaklarını kim bilir nereden bulduğu topuklu -üstelik de kendisine bir kaç numara büyük gelen- kadın terliklerinin içine sokup da top oynamaya çalışan oğlan çocuğuna baktın mı hiç? Sokaklarda yaşamaktan, belki de gerektiği gibi yıkanmamaktan kömür karası olmuş elleri ile uzattığın bir lokma beyaz ekmeği bir çırpıda yutan, okullar açılıyor diye götürdüğün boya kalemlerinden alabilmek için sıraya dizilen çocukların gözlerine baktın mı hiç? Ta derinlere bir yol gider o gözlerden. Öyle bir yol ki akar nehir gibi, yüreğine götürür. Gülümsersin şefkatle, hiç tasasız gülerler sana o kenetlendiğin gözler. Kanatlanır tek bakışta o çocuğun yüreği, gelir seninkiyle birleşir. Bilmezsin hangi yürektir sevgiyle coşan. Uzun uzun sohbet edersin, dudaklar sımsıkı kapalı olsa da.
Kaşla göz arasında yaşam girer araya. Bir de dönersin, o şefkatle baktığın çocuk yok olmuş gitmiş. Kim bilir neler girmiş hayatına. Hangi sebeplerin hangi sonuçlarını yaşamış yoklukla başlayan günleri boyunca. Kendine güvenini yitirmiş, belki de zaten hiç bir zaman kendine güvenmemiş, hep mücadele etmek zorunda kalmış, kendince bir şeyler yapmaya çalışmış, belki bir yerlerde vazgeçmiş, bırakmış; senin normal dediğinin dışında, çok dışında yaşayan bir adam çıkagelmiş karşına. Kim bilir kimlerin üzerine basarak oturduğu en arka koltukta horultusuyla uçağı inleten iş adamıdır belki de o. Sadece bir lokma ekmek ve bir gülümseme dışında hiç bir şey istemediği için yaşamdan, boş gözlerle gülen sokaktaki meczuptur belki de. Şöyle bir bakar, çevirirsin başını. Oysa gözlerinin görmeyi tercih etmediği o insan yıllar önce bakışlarında yüreğinle uzun uzun muhabbet ettiğin çocuktur. O hâlâ, kendi yaşamında, kendi sebeplerinin sonuçlarını yaşamaktadır. Ta içine baksan gözlerinin, hemen tanıyacaksındır. Bakmazsın. Bakamazsın. Kaybetmişsindir yüreğine inen şefkat bağını. Hangi ara, neden diye sorsan da önemsiz. Tek yapman gereken her şeye rağmen uzun uzun bakmaktır bir çocuğun gözlerine. Yakalamak üzere orada kendi yüreğini. Yakalayıp da görebilmek için, hepimizi birbirine bağlayan tüm o görünmez bağların bize uzanan ucunu. Tuttuğun anda o bağı, bir çocuğun gözlerinin içinden kendi çocuk yüreğine akabildiğin birlik anını yaşarsın. O an, o sonsuzluk anında bilirsin: yok aslında insanın insandan bir farkı. Her biri salt bir sevgi varlığı.