Bu hafta köşemi fasona verdim. Nedim’den olma Lidya’dan doğma, biricik erkek yiğenim Mark Kohen’in 2013 Maccabiyat katılım ve başarı belgesi verilmesi töreninden çıkarken bu fikir aklıma geldi. Kendisiyle yengeç burcu aynı ‘huy’dan aynı ‘su’dan geldiğimizden aramız pek bir iyidir. Biz iki ‘genç’, erkekler arasında mümkün olabilecek kısa ve öz bir toplantı yaptık; “Yazar mısın?” dedim, “yazarım” dedi. Toplantı bitmişti. Buyrun hep birlikte okuyalım:
“Küçükken babamın arkadaşları ile sohbetlerini dinlediğimde bahsettikleri konular arasında iki olay beni heyecanlandırırdı. Büyümek ve bir an önce bunlara ulaşmak isterdim. Birincisi, Bar-mitzva; ikincisi ise ay-yıldızlı formayı giyip, ülkemizi temsil edeceğimiz Maccabiat Oyunları. Onlar, kendi Maccabi takım arkadaşları ile ne zaman bir araya gelseler, hep unutulmaz anılarını, müthiş eğlencelerle geçen günlerini, yaşadıkları maceraları büyük bir coşku ve o günleri yeniden yaşayarak, kahkahalar içinde anlatırlardı. Bu anlatılanları büyük bir merak ve özlem içinde dinler, benim de oyunlara katılacağım günleri iple çekerdim. Babamın bu sohbetler sırasında sıkça kullandığı bir cümle hafızamda yer etmiştir; ‘Maccabiat anlatılmaz, yaşanır’.
O zamanlar kendi kendime, ‘tamam, güzel bir şey olsa gerek ama bu kadar da abartacak bir şey yoktur herhalde’ diye düşünürdüm. Gidip görünce, ‘yaşayınca’ babamın anlattığının ne kadar doğru olduğunu ben de anladım. Hakikatten söyledikleri kadar varmış. Orada yaşanan coşku ve duyguların anlatılması imkansızmış.
2013 yazında, hayalini kurduğum Maccabiat Oyunları’na giderek ülkemi temsil etmeye hak kazandım. Türkiye’den yaklaşık 60 kişilik bir kafile ile 19. Maccabi Oyunları’na İsrail’e gittik. Dünyanın dört bir tarafından gelen genç Yahudi sporcular ile bir araya geldik. Onlarla tanışmak, konuşmak ve bir araya gelme fırsatını yakaladık.
Kafilemizdeki arkadaşlık en üst düzeydeydi. Uzun antrenman dönemini süresince, birlikte yapılan toplantılar, hazırlık maçından sonra artık biz bir ‘takım’ olmuştuk. Oluşan bu takım ruhu ile her zaman birbirimize destek vermeye, yardım etmeye hazırdık. Yolculuğumuz gece geç saatlarde ve rötarlı bir uçuş ile başladı. Kafiledeki sporcular için zamanın bir önemi yoktu. Gece yarısı 2’de bile enerjimizden hiç bir şey kaybetmemiş, ‘Türkiye, Türkiye’ diye bağırıyor coşkumuzu ortaya koyuyorduk. Tabii ki bu saatte enerjisini koruyabilen sadece biz gençlerdik. Uçakta bulunan, ailelerimiz ve misafirlerimiz bu tempoya daha fazla ayak uyduramadıklarından uçağı stada çevirme havamız kısa bir süre sonra yerini sohbetlere sonra da kısa uykulara bıraktı.
Gece yarısı 3 gibi İsrail’e iniş yaptık. Valizlerimizi almış, otele geçmek için hazırdık. Uçaktaki coşku bitmiş, yerini endişe almıştı. Basket takımımızın birkaç saat sonraki maçı, yorgunluk ve uykusuzluk sebebi ile bizleri endişelendirmekteydi. Otele transferde, basket kafilesine öncelik tanıdık. Ancak bu onlara yeterli olamadı ve yorgunluk ve uykusuzluğa yenilen basketçilerimiz turnuvaya galibiyet alamadan başlamış oldu.
O günün akşamında Maccabiat 2013 Oyunları’nın resmi açılışındaydık. Tüm kafile üniformalarımızı giymiş (ne yalan söyleyeyim; o sıcakta bu kıyafetler bizleri biraz zorladı) heyecanla sıramızın gelmesini bekliyorduk. Törende hoparlörlerden Türkiye anons edildiğinde hepimiz büyük bir gururla ay-yıldızlı bayrağımızın ardından yürüdük.
Gecenin bitiminde bu defa benim de içinde bulunduğum futsal takımında bir endişe hakim oldu. Sabah branşında turnuvanın en iddialı takımlarından biri olan Brezilya ile maçımız vardı ve Türk kafilesi olarak otele sabaha karşı 4.30’da varabilmiştik. Söylendiği kadarı ile bizlere otobüs kalmamıştı. Yeni bir talihsizlik , yine Türk takımının başına gelmişti. Sanırım bu tür ulaşım konularında bir organizasyon problemi yaşamaktaydık. Bunlar, her şey bitip de geri döndüğümüzde dahi çok konuşulmamış olaylardı. Orada geçirdiğimiz muhteşem günler ve eğlenceler her şeyin önüne geçmişti. Çıktığımız maçlardaki heyecanlar, gittiğimiz konserler, ama en çok da otobüs yolculukları sırasındaki şamatalarımız, unutulmazlar arasındaydı. Otobüste kendi bestelerimiz ile bağıra çağıra söylediğimiz şarkılar, Fenerbahçe – Galatasaray atışmaları klasikler arasına girmişti. Söylediğimiz şarkılarla, marşlarla sadece otobüste değil, gittiğimiz maçlarda ve konserlerde de adımızı duyurduk.
Her güzel hikâyenin bir de sonu vardır. Maccabiat 2013 de inanılmaz bir kapanış töreniyle sona erdi. Türkiye olarak madalya ve sıralama bakımından en başarılı ülke olmasak da ülkemizi temsil etmenin gururu, Maccabiatlara katılmanın verdiği tecrübe, antremanlardan maçlara spor ile dolu gecen zaman, yeni insanlar tanımanın, kurulan güzel dostlukların verdiği keyif ve inanılmaz güzel geçen günler... Bunlar herşeyin üzerindeydi.
Daha önce dediğim gibi Maccabiat anlatılmaz, yaşanır.
Bize bu imkânları sağlayan bütün sporculara ve yöneticilere, ayrıca bizi bu güzel organizasyona gönderen ailelerimize çok teşekkür ederiz.” (Mark Kohen)
Eveeeet, Mark’ımın yazısı burada bitiyor. Söylediklerine bir tek ilavem var. Daha doğrusu kapanışta kısa ve öz bir konuşma yapan İshak İbrahimzadeh’den bir alıntı: “Maccabiat Oyunları’nın kazananı kaybedeni yoktur, asıl olan ‘orada olabilmektir’.”
Şimdi de benim son sözüm: Gençler, asıl biz sizlere teşekkür ederiz. Tabii ki başarı, madalya ile taçlandırılırsa kaymaklı ekmek kadayıfı olacaktır. Ancak sizler yoğun eğitim sistemimiz içerisinde kendinize ayırdığınız zamandan çalarak katıldığınız uzun ve yorucu antrenmanlarla, sahaya çıkarak elinizden geleni yapmanızla ve bizleri temsil etmenizle, hepimizin gururu oldunuz. Sağ olun, var olun.
Sevgili dostlar, şimdiden not alın: 2015 yazında hiç kimselere söz vermeyin; European Maccabi Games 2015’te. Hep birlikte aynı güzellikleri ve coşkuyu yaşayalım ve orada olalım.
Hepiniz sevgiyle kalın…