Masumiyeti kader aldı

Köşe Yazısı
12 Şubat 2014 Çarşamba

David OJALVO


Son dönemde sinema alanındaki çalışmalarıyla adını duyduğumuz Ercan Kesal’ın ‘Peri Gazozu’ adlı kitabını okudum. Otobiyografik kesitler taşıyan kitabında yazar, çocukluk, aile ve hekimlik günlerinden anılarını derlemekte. Bölümler Ercan Kesal’ın hayatının farklı dönemlerinde yeniden duyduğu bir söz, karşılaştığı bir kavram, yaşadığı benzer deneyimler üzerine kurgulanmış. Bu da kitaba ayrı bir sıcaklık kazandırıyor. Avanos’taki çocukluk, kırsaldaki hekimlik, birey-aile ve toplum ilişkilerinin farkı boyutları yazarın kaleminde tatlı masalsı bir boyuta da kavuşmuş. Öte yandan öyküleri elime aldığımda, daha ilk sayfaları çevirirken hislerim beni doğruladı. Yaşanmışlıkların arasında çok fazla ölüm, kayıp, acı var. Neden böyle? Kader, ülkemiz için buruk bir kelime. Acılarla yoğrulmuş, akıl ve mantığın başlayamadığı veya bittiği her boşluğa yerleştirilmiş. Kaderin ağları yaşamadan yana değil ve sonuçta hüzünlü bir isyan öykülere doğal olarak yansır…

‘Peri Gazozu’nu okurken, Çamlıhemşin ve İstanbul dışındaki günlerimi düşündüm. Ercan Kesal’ın mecburi hizmet dönemi teknolojinin iletişimi yozlaştırmadığı, yokluklarla beraber sosyal dokunun belli açılardan nispeten korunduğu zamanlardı. Büyüklerimizin yaşanmışlıkları, anıları bana bugün için daha güzel ve zarif görünüyor. Yazmamı öneren arkadaşlarım var; oysa kendi deneyimlerimin bir kısmını taze çay yaprakları gibi görüyorum. Zamanla olgunlaşacaklar, işlenecekler ve demlenecekler. Anlatmak istiyorum; fakat yazmak ve mutluluk kavramları arasındaki bağı sorguluyorum. Kimilerine göre yazmak, mutsuzluğun sonucu. Yani mutlu olanlar yazamazlar veya yazmamalı. Ne kadar da kasvetli bir algı… Bu ikilem arasında ‘fedakârlık’ nerede duruyor? Kanımca mutluluk arzusu ve yazma/anlatma dürtüsü birbirini dışlamamalı. İçsel kasvetin fazlasına gerek yok; dışarıdaki dünyaya hâlihazırda ancak göğüs geriyoruz.

Ercan Kesal kitabını “Gençliğim bitmiş içimde. Acıların içinden, hızla çocukluğuma koşuyorum.” cümleleriyle tamamlıyor ve deneyimlerinin üzerinde yarattığı değişimi içtenlikle aktarıyor. Yazmak için mutluluğun feda edilmemesi gerektiğini vurguladığım gibi, yaşanacaklar için de masumiyetin tüketilmesi şart değil! ‘Peri Gazozu’ bir masumiyet kitabı… Çocukluk ile hekimlik anılarının öykülerde iç içe geçmesi bunun arayışı ve yazar çok da haklı. Günün sonunda kadere yorduğumuz tüm kayıp ve üzüntülerin alıp götürdüğü bir parça da yarının bakir masumiyeti... Bu doğrultuda kitabın bana en çok dokunan cümlesini de not ettim: “İçimde, hiç çizgisi olmamış avuçlarıyla bir çocuğun sızısı, dünyanın ortasındayım artık.”

***

‘Peri Gazozu’nu öneriyorum. Yazar, paylaştığı toplumsal mesajlarla birlikte, okuru manevi bir yoldaşlığa çağırıyor. Duyguların hayatlarımıza yön veren gücü var. Onları doğru yorumlamak bazen kolay değil ve bu açıdan iyi kitaplar, birer kılavuz, pusula gibi… Kendi adıma, Aralık ortasından bu yana sevdiklerime, çevremdekilere dair çok fazla üzücü haber aldım. Bazı kırılmalar bize hayatın, zamanın değerini anlatır. Bunun farkındalığını taşımaya gayret ederken, daha fazla duygusal stresin karşılığı nedir? Bunu da biraz kara mizah bir deneyimle sanırım öğrendim. Geçen günlerin değerini bilmek kadar, insan kendini akışa bırakabilmeli. Şu meşhur “hayat devam ediyor” sözü, özünde usta bir duygusal dengeyi ifade ediyor. Ne fazlaca yıpranmak, ne günü kaçırmak ve de bir o kadar da kadir kıymet bilmek. Ercan Kesal’ın öykülerini biraz da bu dengenin arayışında, inceliğinde ele aldım. Hem kitabı okumak hem de kitabı köşe yazımda paylaşmak iyi de geldi…