Queridos amigos, depois de uma pequena pausa nossas memórias de Portugal, de onde ficar, vamos continuar ... Onde estávamos?
Nasıl ki Çin yazılarımda Çincenize katkıda bulunduysam, Portekiz anılarında da Portekizce öğreneceğiz. Ben, şahsen, kendim, ne İspanyolca bilirim, ne Portekizce. Yukarıdaki yazıyı gı-gıl benim için tercüme etti... Umarım başımı belaya sokacak bir şey yazmamıştır. Lisan öğrenmek dedim de aklıma geldi: İlkokuldayken hasta olduğum günlerde (prehistorik dönemden kaldığımdan olsa gerek) televizyon ve ay-fon ve ay-taç ve “kendi-kreş”in bizleri esir almadığı mutlu ve de saftirik bir dönem yaşıyorduk. O zamanlar varsa yoksa radyo. Hastayım ya, canım sıkılmasın diye ne varsa dinliyorum. Sabahları eğitim programları var; ‘İngilizce dil dersi.’ Hevesliyim, öğreneceğim, dinliyorum... Ders şu şekilde formatlanmış; önce gündelik hayattan başımıza gelebilecek olaylardan derlenmiş, ihtiyaç duyabileceğimiz konulardan kısa bir konuşma, ardından tek tek bu konuşmaların tercümesi. Buraya kadar bir terslik var mı? Yok! Peki, sonrasında; sanırım bu ‘gündelik konuşmalar’ kalıp olarak hazır gelmekteydi, bazılarının Türk kültürüne uyup uymadığına dikkat edilmeksizin, yayınlanırdı... Nasıl mı? “Wat e byutifıl dey to pley kriket Ahmet.” Buyurun buradan yakın. Urfa’da kriket sahası var olacak, hava güzel olacak, bizler de oynayacağız... Radyo yardımı ile İngilizceme pek bir şey katamadım ama kriketin güzel havalarda oynanan bir oyun olduğunu öğrendim. Ben ettim siz etmeyin. Bu muhteşem pratik, ihtiyaç duyabileceğiniz cümlenin Portekizcesini sizlere iletmek istiyorum... “Que belo dia para jogar críquete.” Portekiz’e gidersiniz, canınız kriket oynamak çeker... Di mi ama. Naaparsınız sonra? Dedim ya; bu köşede hizmette sınır yok.
Gelelim, tatlı portakalın ana yurdu Portogal’a. Geçen yazımızda engizisyonun bir sonucu olarak, Portekiz’in kuzeyindeki dağlarda ‘kapalı’ kalmış Marranosların hikâyesini anlatmıştık. Şimdiki yazımızda daha genel olarak o dönemlerde neler olmuş... Biz kimiz, siz kimsiniz bunlara bakalım. (Lizbon Cemaati Başkanı ‘Jose Oulman Carp’ın’ (ki bundan böyle ‘hose’ olarak anılacaktır) ağzından anlatıyorum.
“1492’de İspanya’dan kaçanların büyük bir çoğunluğu Portekiz’de rahat edeceklerini sanıp buraya sığınmışlardı. 1536’da Portekiz’de de İspanya’da olandan çok daha sert ve kanlı olarak engizisyon başlayınca ‘valiça’lar yine sahneye çıkmış, yeniden göçler başlamıştı... Atalarımızdan bahsettiğimizde, bugün İber yarımadasından kaçmak zorunda kalan Yahudilerin hangisinin İspanyol hangisinin Portekiz kökenli olduğu bilinemiyor. Ancak bir şeyi çok iyi biliyoruz ki; hepimiz ‘Sefarad’ız.
O dönemin çok kötü şartlarında kaçabilmeyi başaranlar hakkında biraz bilgi verelim. İmkânı olanlar Amsterdam, üzerinden Güney Avrupa’ya dağıldılar. İtalya, Venedik, Selanik, Malta, Filistin gibi ülkelerden Osmanlı İmparatorluğu’na vardılar. İmkânları sınırlı olanlar ise Fas yolu ile ülkeyi terk etmek zorunda kalan guruptu. Bunlar benim (günümüz Portekiz Sefaradlarının) ve moelimizin atalarının izlediği yoldur. Bizler bu yol üzerinden ülkeyi terk edip yıllaaaar-yılllaaaar sonra 19. yüzyıl başlarında 1810 civarında, engizisyonun resmi bitişi olan 1821’den önce geri gelenlerdeniz. Diğer Sefarad Yahudi cemaat üyeleri, aynı sizin (bizleri kastediyor) atalarınızın yaptıkları gibi gittikleri ülkelerde kalmaya devam ettiler. Bugünkü ziyaretiniz ile (sempatik bir gülümseme ile lafına devam ediyor) sizlerin de geri geldiğini görmekteyim.
İçinde bulunduğumuz bu ‘çok tipik’ Sefarad sinagogu, işte bu ailelerin kurduğu sinagoglardandır. Normalde Teva tüm sinagoglarda olduğu gibi arka taraftaydı. Ancak Rabilerin duaları ve konuşmaları iyi duyulmadığı için sonradan orta tarafa alındı. Ehal’de 18. yüzyıldan kalma 22 tane Sefer Tora var. Bunlardan sekiz tanesi kosher durumda ve kullanılabilir. Engizisyondan kaçarken yanlarında Yahudi olduklarını belirten hiç bir şey, özellikle Sefer Toralar da dâhil hiçbir dini obje götürememiş oldukları için, ancak geri dönüşlerinde yanlarında getirdikleri Sefer Toralar bu güne ulaşabilmişti.
Portekiz Yahudileri 1920-30 lara kadar tamamı ile Sefaradlardan oluşmaktaydı. 1917 Rus Bolşevik devriminden kaçan Aşkenazlar, Portekiz’e gelmeye başladılar. Avrupa’da sosyalist enternasyonalin yükselmeye başlaması ile Polonya, Prusya, Çekoslovakya, Almanya gibi her yerden Portekiz’e göç başladı. Bu insanlar da gelirken yanlarında Sefer Toralarını getirdiler. Bulunduğumuz bu sinagogda da hem Aşkenaz hem Sefarad Sefer Toraları mevcuttur. Bu gün sinagoglar, hem Aşkenazlara hem Sefaradlara hizmet sunmakta. Türkiye’de olduğu gibi hiçbir fark gözetmeksizin ‘Yahudi’ kimlikleri ile sinagoglarda buluşuyorlar. Hatta günümüzde Sefaradlar ile Aşkenazlar arasında karışık evlilikler bile yapılıyor.”
Hose, tatlı dili ve her daim gülümseyen yüzü ile anlatmaya devam ediyor; tarihçeden içinde bulunduğumuz sinagogun tanıtımına geçiyor. “Gördüğünüz gibi yukarıda ‘kadınlar’ için ayrılmış iki kat var. Burası eskiden tek katlıydı. II. Dünya Savaşı sırasında 150.000’den fazla göçmen kabul ettiği için Portekiz; burada Yahudi nüfusunda büyük bir artış meydana geldi. Dolayısı ile sinagogun mevcut hali, anneler ve çocukları almaya yetmemeye başladı. İşte o zamanlar buraya ikinci katı yaptılar. Bu gün ise dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ‘minyan’ bulmakta bile büyük zorluklarımız var. Göç ile gelen Yahudilerin büyük bir çoğunluğu Portekiz üzerinden Güney Amerika’ya göç ettiler, bildiğiniz gibi Güney Amerika’daki Yahudilerin çoğu Aşkenaz’dır ve soyları bu göçmenlere dayanmaktadır.
Burada bir ‘habad’ hahamımız da var, bizim cemaatimize ait değil ancak kendisi buraya geldi ve yerleşerek kendi küçük cemaatini kurdu.” (Benzer bir hikâyeyi bir yerlerden tanıyorum ama... Hatırlayamadım.) Hose tatlı üslubuyla bizlere habad hahamla yaşadığı bir olayı anlattı; “Geçenlerde habad hahama sordum; ‘konversyon yapıyor musun?’ diye, kendisi ‘tabi ki yapıyorum!’ diye sert bir şekilde cevap verdi... Sordum; ‘kimleri yapıyorsun?’ o da dedi ki ‘ben Juifleri Judaizm’e konvert ediyorum.”
Hose, saatine bakıyor ve yavaş yavaş konuşmasını bitiriyor. Tüm Portekiz’deki toplam Yahudi sayısı 1000 adettir. 30 Porto’da, 130 civarı Belmonte’de, (geçen yazımda bunların fevkalade ilginç hikâyelerini aktarmıştım) 840 Lizbon’da,(her zaman dediğim gibi “Karetta - Karettalar dan”daha az bir nüfusa ulaşmamıza az kaldı) 15 yaş altı Yahudi sayısı; yalnızca ve sadece 75... Tükenmeden gidin, görün, fotoğraflayın.
Evet, sevgili Karettalar, bir bölümü daha bitirdik. Bir dahaki bölüme kadar... Eu continuo a esperar com saudade. Fique com amor.