İçtenlik ya da eski deyişle, samimiyet! Günlük yaşamın her alanında bu sözcüğü sıkça kullanırız. Sözcüğün düşündürdüğü anlamlar kadar, duyumsattığı sıcaklık her birimiz için farklı çağrışımları akla getiriyor.
İçtenliği tarih boyunca tüm öğretiler bir erdem olarak gösteriyor. Aslında doğal olması, paylaşılması gereken bu tür bir yaklaşıma, seçkinlik sıfatı yakıştırarak, bir ayrıcalık tanımış oluyoruz. Bu değere yeterince sahip olamadığımızdan mıdır, yoksa az bulunduğundan mıdır, bilmiyorum; ama şunu önemle vurgulayarak söyleyebilirim: İçtenliğin olmadığı hiçbir ilişkinin, söylenen hiçbir sözün, bu yaklaşımla ele alınmamış yazınsal bir yapıtın, bana göre değeri yoktur!
Konfiçyüs, şu sözüyle görüşlerimi güçlendiriyor: “İçtenlik ve doğruluk tüm erdemlerin temelidir.”
Başta ailede olmak üzere, arkadaşlıklarda, tüm sosyal çevre içinde kurduğumuz ilişkilerin temelinde, mutlaka güven duygusu yatmaktadır. Kuşkunun, ikiyüzlülüğün, yalancılığın, çekememezliğin içine sinemediği karşılıklı bir güven! Gün boyu hangi nedenle olursa olsun, değişik insanlarla birlikte bulunuyoruz. Onlarla bazı değerleri paylaştığımız da oluyor, bir çıkar beklentisi içerisinde olduklarımız da… Kimiyle bir çatışma ortamı yaratmamak ya da keyfimizi kaçırmamak için aramızda belirli bir uzaklık bırakırken, kimini her zaman sevgiyle kucaklıyoruz. İlişkimiz hangi düzeyde olursa olsun, içten olduğumuz ölçüde aramızda kurduğumuz köprü kısalıyor ya da giderek uzuyor. Belki gün oluyor, o insanlarla bir araya gelmemek, daha olumsuz koşullar yaratmamak için, o köprüleri de yıkmak zorunda kalıyoruz.
Şöyle soralım: Kimi ya da kimleri içten bir insan olarak nitelendirebiliriz?
Öncelikle bir kişiden söz ederken, onun doğruluk ve dürüstlüğünden konuşmamız gerekir. Ayrıca tüm erdemleri bir yaşam şekli olarak benimsememişse, o kişinin iyiliğine, dürüstlüğüne kim inanabilir, nasıl bir güven duyulabilir? İlk akla gelecek olan olumsuz nitelendirmeler, onun gösteriş merakı, yalancılığı ya da çıkarcılığıdır. Daha da önemlisi, sözle davranışların birbirleriyle olan uyumu ya da uyumsuzluğudur.
Ünlü Fransız yazarı La Rochefoucauld şöyle diyor:
“İçtenlik yürek açıklığıdır ve pek az insanda görülür; çoğunlukla rastlanan, başkalarının güvenini kazanmaya yönelik kurnazca bir aldatmacadan başka bir şey değildir.”
Sözün bu noktasında, siyasetçilerden söz etmemek olası mı? Seçtiğimiz, güven duymak istediğimiz insanlardan ilk beklentimiz onların içten yaklaşımlarıdır. Bu gün söylediklerini yarın yalanlarlar, verdikleri sözleri yerine getirmezler, onlara oy verenleri düş kırıklığına uğratırlarsa, insanların umutlarını da karartmış olurlar.
Yazın türlerinde içtenlikten söz edecek olursak… Bana göre bu nitelik, bir yapıtın en önemli denek taşıdır. Yazar hangi kılığa isterse bürünsün, gerçekçi olma, olayları çarpıtmadan yansıtma, okuyucuya saygı duyma durumundadır. Binlerce yıldır canlılığını koruyan ölümsüz yapıtlar, yaratıcılarının bu nitelikleriyle daha çok değer kazanmışlardır.
Sözün kısası:
Her alanda, içten olduğumuz ölçüde varız!