Festival günleri, festival günler

Köşe Yazısı 0 yorum
26 Şubat 2014 Çarşamba

David OJALVO


Üniversite öğrencisi olmakla, çalışma hayatının arasındaki bir farkı daha son dönemde öğrendim. 13. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali ‘!f İstanbul’ 13-23 Şubat arasında gerçekleşti. Üniversite yıllarımda film festivallerinin kitapçıklarını uzun uzun inceler, neredeyse her filmin konusu okur, bir liste çıkartır, yer bulabildiğimiz seanslara bilet alır ve sinemaya giderdik. Çok izlemek istediğimiz bir yapıt varsa, gündüz seansına bile değerlendirirdik. Kaçırılan ders, daha sonrasında da telafi edilirdi. Oysa çalışma hayatının doğası gereği bir disiplini var. Önceliklerin değişmesi değerli ve anlamlı da… Bununla birlikte festival zamanı yaklaştığında kitapçıkları artık uzun uzun inceleme şansımız yok. Takvimi açıyoruz, sayılı serbest akşamı saptıyoruz ve o seanslardaki gösterimlerin arasından seçim yapıyoruz. “Vakit değerli, vakti değerlendirmeli” diyorum. Bu cümle sessiz bir parola gibi ve günlerin akışına sarılma gayretinde ister istemez bu parolayla birbirimizi izliyoruz.

***

‘!f İstanbul’ bağımsız film festivalinde üç film izledim. ‘Sarsıntı’, ‘Sınırsızlar Kulübü’ ve ‘Kısa Dönem 12.’ Üç yapıtı da izlerken keyif aldım; insan ruhunun ve ilişkilerin çeşitliliği, derinliği, arayışlar ile yargılar üzerine düşündüm. Kötü deneyimler, hastalıklar bir yana, hassasiyetimiz ve kırılganlığımıza dair sessiz kalmayı seçiyorum. Duymak isteyen kulaklar duyuyor, hissedemeyenleri çok da yargılamamalı, yadırgamamalı. Artık içinde bulunduğumuz çağı da adlandırmak, etkilemekten uzak duruyorum. İnsan ne kendisini dinlerken boğulmalı ne de çevresiyle kurduğu ilişkilerde deneyimlediği olumsuzluklardan ötürü dünyaya küsmeli. Elbette içsel bütünlüğü korumalı ve de bizi biz yapan keşiflerimizi sahiplenmekten asla vazgeçmemeli. Karşımızdakinin, yanımızdakinin düşüncelerine, yargılarına kaçınılmaz olarak kulak veriyoruz ama onları önemseme işini vicdana bırakmaktan yanayım.

Filmlerin canlılığı, renkliliği ruhumuzu aydınlatadursun, “hayat bir tiyatrodur” deyişi de bana şimdi göz kırpıyor. Bu sözden ne anlamalı? Ustaca rol yapmak, inandırıcılık mı? Oyuncunun özünde duyduğu kaygı bu mu? Yoksa içine girdiği rol ile bütünleşmek mi? Günlerin akşında sanırım insan kendi kendini oynayamaz. Elbette farklı simaların kişiliğinden esinleniyoruz. Doğruya giden yollar birden fazla ve hep kendi yolumuzu gösteremiyor, seçemiyoruz gibi. Yanıtlar etkiye karşı vereceğimiz tepkide saklı olabilir. Köprüler geçiliyor, zaman zaman ayılar dayı oluveriyor. Hayatın teatral yönü, içinizden hiç gelmese de bazen çözüme yönelik rolleri benimsemekte, ne dersiniz?

***

Bu kış havalar pek soğumadı, kar neredeyse hiç yağmadı. Mart kapıda ve kazma küreği ne derecede yaktıracak, bilinmez. Gökyüzüne bakıyorum, günler yeniden uzuyor. Kış kıyafetlerini dolaba kaldırmak, güneşte daha çok ısınmak hem daha hafif hissettirecek, hem de enerji verecek. Nisanın bazen serin, ılık günleri yaklaşırken ‘İstanbul Film Festivali’ni’ ilgiyle bekliyorum. Seçimlerimi artık takvimdeki serbest akşamlara göre yapacağımı kabullendim. Bu yüzden gülümsemem buruklaşmıyor; çünkü sadece film günlerine değil, her akşama ve her sabaha aydınlık bakma kararlılığım yerinde. İyimserlik, yirmili yaşlarımın bittiği bugünümde de içimde. Bu eğer bir başarıysa, nedenini irdelemeyeceğim. Köşe yazılarımda satır aralarında değindiğim, dingin anlarımda algılarımı açtığım, varoluşun tılsımlı melodisini dinliyorum. Bu melodi hep çekici, zarif bir mıknatıs gibi… 

1 Yorum