Gazetede ilk yazımın yayımlandığı günü anımsıyorum. İçim içime sığmıyordu. Heyecandan başım göğe ermişti sanki. Gazeteyi herkese göstermek, yazımın okunmasını sağlamak için fırsat kolluyordum. Daha da ötesi, yazdığım denemenin altında imzamın yer aldığı o gün, kendimi bir yazar olarak görüyordum. Artık farklı yayınlarda yazılarım çıkabilir, hatta ilerde kitabım bile basılabilirdi. O gençlik heyecanı içinde gururlanıyor, herkesten övgüler bekliyor, yaşama çok farklı bir gözle bakıyordum.
Düşünüyorum da, ilk yayımlanan o yazıdan bu yana kırk altı yıl geçmiş. Arada kimi suskunluk dönemleri dışında sürekli yazmaya çalıştım. Şiir, deneme kitaplarım basıldı. Kuşkusuz yayınlanan her yeni kitap, yaşantıma yeni bir heyecan getirdi; ama benim için şu soru her zaman pusuda bekliyordu:
-Ben yazar oldum mu?
Yazmak, yazdıklarımı yayımlatmak, bunların beğeniliyor olması, şair ya da yazar olmanın bir ölçütü sayılabilir mi?
Yirmi yıl önce olsa, bu soruya kuşkuyla yaklaşabilirdim, çünkü kendimi önemsiyor ve bir yazar olarak görüyordum; oysa şimdi, aradan geçen bunca zaman sonra, çok daha içtenlikle bunu sorgulayabiliyorum.
Bana göre bir edebiyat ürününün yazarı olmak başka, iyi bir yazar diye nitelendirilmek yine başka… Herkes kendi yeteneğine, bilgisine, birikimine göre bir şeyler yazabilir; ama her yazılan şey, ortak bir beğeni ve değerlendirmenin nitelendirdiği iyi bir yazarın kaleminden mi çıkmıştır? Sanmıyorum! Bunun olumsuz örnekleri sıkça elimden geçiyor. Önemli yayınevlerinin şemsiyesi altına girmiş, tanıtımlarla öne çıkarılmış kimi yazarlar, yazdıklarıyla beni düş kırıklığına uğratabiliyorlar. Ya dili kullanmadaki yetersizliklerinden, ya kurgulamadaki hatalardan, ya anlatım bozukluğundan… Eleştirmenler ya da tanıtım yazısı yazanlar, bunlardan kimilerini övgüye boğarken, kimilerini de yerin dibine sokuyorlar. Bu yargılardan hangilerine güveneceğiz?
Aradan yıllar geçtikten sonra bunun yanıtını vermekte zorlanmayabiliriz. Bir kısmı, daha yayınlandıkları anda saman alevi gibi parlayıp kısa zamanda sönüyor, çok az bir kısmı da raflardaki yerlerini uzun bir süre koruyorlar. Bu zamana direnemeyen yapıtların tümünün kötü, yazarlarının da başarısız olduklarını söyleyemeyiz; ancak okuyucuların beğenisi, kimilerini unutturuyor, kimilerini de geleceğe taşıyabiliyor.
Şimdi baştaki soruya geleyim:
Ben yazar oldum mu?..
Bugünkü aklım ve bilgimle bu soruya olumlu bir yanıt veremiyorum. Evet, bu yoldayım, iyi bir yazar olmaya çalışıyorum, ama henüz değilim. Bir söyleşide verdiğim yanıtı, yazdığım bir denemeye taşıdığımda, kendimi şöyle nitelendirmiştim: Yazma sevdalısı!
Yaşadıklarımı, duygu ve düşüncelerimi kendi biçemimle dile getirmeye, onları paylaşmaya çalışıyor, bunları yazarken de, öncelikle yaptıklarımdan keyif alıyorum. Umarım okuyucu da aynı keyfi alıyordur.
İyi bir yazar olamasam da…
Sevdalısı olmak yeterlidir benim için!