Özlem

Nazik günlerden geçiyoruz. Gitar teli gibi gerildi toplum. Açık oturumlarda insanlar kavga ediyor. Basın, polis ve yargının tarafsızlığına gölge düşmüş. Kimsenin birbirini duyduğu, dinlediği yok. Herkes sadece bağırıyor. Kimden yanasın? Bitaraf olan, bertaraf olur! Biri çözüm sandıktır diyorsa, öteki ‘sandık demokrasi değildir’i savunuyor. Meseleyi sandık matematiği olarak gördükçe, kalkınma ruhu sürekli kavga halinden öteye geçemiyor.

Metin BONFİL Köşe Yazısı
19 Mart 2014 Çarşamba

Nazik günlerden geçiyoruz. Gitar teli gibi gerildi toplum. Açık oturumlarda insanlar kavga ediyor. Basın, polis ve yargının tarafsızlığına gölge düşmüş. Kimsenin birbirini duyduğu, dinlediği yok. Herkes sadece bağırıyor. Kimden yanasın? Bitaraf olan, bertaraf olur! Biri çözüm sandıktır diyorsa, öteki ‘sandık demokrasi değildir’i savunuyor. Meseleyi sandık matematiği olarak gördükçe, kalkınma ruhu sürekli kavga halinden öteye geçemiyor.

Demokrasi daha fazla refah için bir araç mı? Yoksa refah düzeyi ne olursa olsun bir amaç mı? Bir başka ifadeyle, demokrasi bir kalkınma projesi mi yoksa bir ortaklık anlayışı mı?

Türkiyemiz’de ortaklık kültürü maalesef gelişmemiştir. Birbirimizin hak ve düşünce özgürlüğüne saygı duymayı henüz içselleştirememişizdir. Arkadan selektör yapıp cebren önünüze geçen şoföre kızarken, kontuarın önünde sıra beklediğinizde sizi hiçe sayıp kendi işini halletmeye çalışan saygısız adama söverken veya saatlerce tartışıp bir türlü ortak noktada buluşulamayan kat malikleri toplantısından çıkarken bu duyguyu hissetmişinizdir.

Aile şirketlerine bakın. Kurucu ortakların başarıyla büyüttükleri işler, büyük bir çoğunlukla bir nesil, bilemediniz en çok iki nesil sonra, tıkanma noktasına gelir. Kuzenler, halalar, enişteler birbirine düşer. Ortaklar anlaşamaz. Yatırımlar tıkanır, yönetimler tıkanır. Bir süre temettüyle sağarlar şirketi, sonra da ya batar ya da el değiştirirler.

Tarım sektörüne bakın. Nesilden nesle geçişlerde oluşan toprak bölünmeleri, endüstriyel tarıma geçemeyişimizin en temel sebeplerinden biridir.

Avukatlar vardır, başkalarının ortaklık problemlerini hallederler, ama kendileri bir süre sonra büro açıp eski ofislerine rakip olurlar. Kardeşler vardır, anlaşamayınca biri diğerine şirketteki hisselerini satar, sonra da aldığı parayla aynı işi kurar ve hisselerini alan kardeşle rekabet eder. Birlikte batarlar.

Politikaya bakın. Liderle anlaşamaz, gider lidere rakip yeni bir parti kurar. Liderler birbirleri ile zaten anlaşmazlar. Vatandaşa hitap ederken gaza gelip köprüleri yakarlar; bir uzlaşma fırsatı çıktı mı teklifi gömüp bundan da puan almaya çalışırlar. Tabiri caizse, tribünlere oynarlar.

Vatandaş da futbol seyircisi misali tamamen bir taraftarlık duygusu içinde yedirmek istemez liderini. Oysa kaybeden ta kendisidir. Yıllar kavgayla geçtikçe, rakiplerin ilerlediği daha net belirir. Kıskançlıklar kızgınlığa, kızgınlıklar da öfkeye dönüşür zamanla.

Sanki böyle bir noktadayız işte. Anlaşmama üzerine kurulu bir düzen var. Artan nüfus, kırdan şehre geçişle kaybolan gelenekler, eğitim açığı, sermaye açığı, altyapı açığı, enerji açığı, döviz açığı, adalet açığı ve son gelinen noktada umut açığıyla tarif etmek kabil ancak şu andaki ruh halimizi. Bir tıkanma hali. 40 yıl önce Türkiye’den beter durumda olan Güney Kore’nin ihracatının 500 milyar doları geçmiş; bunun yüzde 25’i yüksek teknoloji ürünlerinden oluşuyor. Biz henüz asgari müştereklerde anlaşamamış bir ülke durumundayız.

Umut istiyoruz. Doğup büyüdüğümüz bu topraklarda 90 yıldır sürdürülen demokrasi deneyinin bizi asgari değil, azami müştereklerde buluşturacağının umudunu beslemek istiyoruz. 75 milyonun ortak yürek ve ortak akılla daha fazla yüceldiği bir Türkiye istiyoruz. Taraf değil, ortak olmak istiyoruz. Birlikte sevinmeyi, birlikte üzülmeyi, farklılıklarımızla zenginleştiğimizi hissetmek istiyoruz. Hakkımız değil mi? Çok mu?