Stadyumlar karışık… Stadyumlar isyankâr… 33 yıllık hayatımda böyle bir şeye tanık olmadım. Futbol Federasyonu’nu bu kadar çaresiz görmedim. Kulüpleri birbirine bu kadar düşman görmedim. Taraftarları bu kadar dolu ve çileden çıkmış görmedim.
Toplum, sıkıntısını sanki futbola akıtmış… Sorular çok, acılar çok… Çözüm aranıyor… Bulunamıyor… Sinirler geriliyor… Geçen hafta yarıda kalan Trabzonspor-Fenerbahçe maçı, son yıllarda gördüğümüz en üzücü görüntülere sahne oldu. Sahaya yağmur gibi atılan taşlar ve diğer maddeler açıkça içten içe beslenen bir nefretin dışa vurumuydu. Eğer isabet kaydetselerdi ağır yaralanmalara sebep olunabilirdi.
Bir şehrin böylesine nefret dolması, tabi ki belli haksızlıkların oluşması ve bu haksızlıkları ortadan kaldırması beklenen adaletin yerini bulmamasının sonucudur. Ancak Trabzonspor’un durumunda oldukça haklı sebeplere dayanan bu hak arayışı yanlış yönetim tasarrufları sonucu karşımıza çıkan üzücü manzaralara sebep oldu. Aynı şekilde başka bir hak arayışı da Fenerbahçe tarafında var. Buradaki adalet arayışı da en az Trabzonspor’un arayışı kadar haklı.
Trabzonspor yerel hukukun kararlarına bağlı olarak ‘şike’ kararını onayan uluslararası en son hukuk merciinin kararının Türkiye’de tezahür etmesini ve şike yapan takımın kupasının, kendisine verilmesini istemektedir ki bu konuda haklıdır. Bu şekilde Trabzonspor onlarca yıldır hasret kaldığı şampiyonluk kupasına ulaşabilecek ve bunun olumlu sonuçlarından yararlanacaktır. Belki Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek ve kazancını arttırıp burada tarihi başarılar elde edecektir.
Fenerbahçe ise şike sürecinin başlangıcından beri kulübün belli güçler tarafından ele geçirilmek istendiğini ve bu sebeple gerçek olmayan kanıtlar icat edilerek yerel mahkemeler tarafından haksız yere, bu güçlere boyun eğmediği için şike bahanesiyle mahkûm edildiğini belirtmektedir. Doğal olarak uluslararası hukuk da kararını yerel fezlekelere dayanarak almıştır. Bugün ortaya çıkan tablo, o gün kimsenin inanmadığı Fenerbahçe yöneticilerinin haklı olabileceklerini göstermektedir.
Bu süreç futbolun tek yöneticisi olması gereken TFF tarafından çok kötü yönetilmiş ve Fenerbahçe belki de en başarılı olabileceği, en verimli döneminde tam üç sene Avrupa Kupaları’ndan (Bir senesi TFF’nin krizi yönetememesinden kaynaklanmıştır) men cezası almıştır. Bu durum ülkemize milyon Euro’ların ve belki de yeni bir UEFA Kupası zaferinin kaybına sebep olmuştur.
İki kulüp başkanı bu süreçlerde çok farklı yönetim tarzları göstermiştir.
Trabzonspor yönetiminin ateşli tavrı, bir şehri sinir küpüne döndürmüştür. Bu tavır aslında ilk meyvesini iki kulübün İstanbul’daki maçının çıkışında vermişti. Güvenlik kurallarını dinlemeyen Trabzonspor yönetimi, zaten sürece tepkili olan Fenerbahçe taraftarının çıkış yaptığı esnada taraftarların ortasından araçlarıyla stadı terk etmek istemişti. Bu duruma tepki gösteren taraftarlara yönelik polis müdahalesi, o sırada merdivenlerde bulunan binlerce Fenerbahçeli’nin (kadın-çocuk-yaşlı-genç demeden) biber gazına maruz kalmalarına sebep olmuştu. Çıkan hengame ucuz atlatılmış ve yeni bir Heysel faciasının eşiğinden dönülmüştü.
Fenerbahçe yönetimi ise süreci daha metanetli yönetmiştir. Başkanı hapis yatmasına rağmen taraftarları ateşleyecek sözler söylemekten kaçınmıştır. Taraftarların sinirini almak için yüz binlerce kişinin katıldığı büyük bir yürüyüş düzenlenmiştir. Fenerbahçe taraftarının iddia edilen hukuksuzluğa karşı duyduğu negatif hisleri bu şekilde ifade etmesi sağlanmış ve yapılan metanetli açıklamalarla bu sinir, bir nebze de olsa kontrol altına alınmıştır.
Peki, bu yaklaşım, Fenerbahçe taraftarının Trabzonspor taraftarı gibi davranışlarda bulunmasının önünü alır mı? Açıkçası şu anki tansiyon göz önünde bulundurulursa, bu konuda şüpheliyim.
Sonuçta aynı gemide olduğumuzu unutuyoruz. Biz hep kaybediyoruz. Başarıdan uzaklaşıyoruz, değerlerimizi keşfedecek altyapıyı hazırlamak için ihtiyacımız olan enerjiyi, daha ziyade birbirimizle kavga etmek için kullanıyoruz.
Türkiye’nin FİFA Dünya Sıralaması’nda mart ayı içerisinde 42. sırada yer aldığı açıklandı. Türk futbolunun parasal değeri 165.450.000 Euro… Yani futbol ekonomisi olarak dünyada on ikinciyiz. Ancak başarı olarak futbol ekonomimizin 9’da biri bile olmayan Yeşil Burun Adaları’nın dahi gerisindeyiz!
Sporda başarısızlık belki de bu sürecin bize en minör tonda yansıması.
En majör tonda yansıması ise birbirimize karşı gereksiz yere beslediğimiz nefretin ve ülkemizin adalet sistemine yönelik beslediğimiz güvensizliğin artması…
Umarım gemimiz bu ağır kazayı atlatır ve yüzmeye devam eder.