Kendimize benzeyenlerle bir arada yaşıyoruz. Mahalleler ayrıştı. Diğer mahallelerde ne olup bittiğini sadece kulaktan dolma bilgilerle takip ediyoruz. Tanımadan olumlu/olumsuz önyargılar ediniyoruz. Sonra kısacık gözlemlere dayanarak genellemelere varıyoruz. Son günlerde Yahudi kadını ile ilgili yüzeysel analizler yapan Ayşe Arman gibi. Bir seferinde de Arman, tesettüre bürünüp Nişantaşı’nda dolaşmış ve gözlemlerini buluş gibi yazıya dökmüştü. Hâlbuki gözlemleri tesettürlülerin hislerini yansıtmaktan çok kendisinin rahatsızlığını dile getiriyordu. Ötekileştirme deniyor buna gayet züppe bir tanımla… ‘Ben yapmam’ demeyin, herkes doğası gereği farklılıkları tehdit olarak algılar. Örneğin ben, eline bir kitap alıp okumayan, sadece televizyondan beslenen insanları kendi mahallemden saymam. Onlarla karşılaşmalarımda sosyolojik bir gözlem yapıyor gibi kendimi uzak tutarım. Eminim siz de bir altın gününe gidip veya bir sosyetik bekârlığa veda gecesine gidip çektiğiniz fotoğrafı formüle etmeye çalışmışsınızdır. Gerek hayranlıkla gerek tiksintiyle, gerek şaşkınlıkla…
Ötekileştirmeden her ne kadar sadece muzdarip olduğumuzu düşünsek de, aslında hepimiz birebir uygulayıcıyız da. Birini bununla itham ettiğimizde otomatik olarak bu eyleme dâhil oluyoruz. Biri bizim mahalleye gelip aklınca bir gözlem yapıp onu genelleyince kızıyoruz. Ve savunmaya geçiyoruz. Bu da insan doğasındaki güçlü egoların bir sonucu. Kendimize ait duvarların indirilmeye çalışılmasını tehdit olarak algılayıp reaksiyon vermeye başlıyoruz. Akılsızlıkla itham ediyoruz.
Her kişinin olduğu gibi her mahallenin de kendi vicdanı var. Vicdansız topluluk yok, vicdanı birbirine benzemeyen topluluklar var. Kendi doğruları için fazla mübalağalı biçimde ısrar eden büyük topluluklar diğerleri ile fazla karşılaşmazlar. Sevmediklerinden değil tanımadıklarından, aksi görüşlere hazırlıklı olmadıklarından, tek tip yayın organlarını takip ettiklerinden, ötekine şüpheyle yaklaşırlar. Ötekiyle temasa girer ama sadece sakınmalarının haklılığını pekiştirmek için. Veya kendine karşılaştırma malzemesi yaratmak için. Kendi normalliğini tanımlamak için.
Halbuki hayali duvarları olan mahalleye takılı kalırken, empati yeteneğimizi yitiriyoruz. Farklı yaşam tarzlarına saygımızı da yitiriyoruz. Kozmopolit mahaller kurabilseydik, farklılıkları ‘tolere’ etmek yerine ‘fark etmez’ hale gelebilirdik. Ötekilere tahammül etmek, bir erdem gibi görünse de aslında züppelik.
Kimsenin beni farklılığımı vurgulayarak sevdiğini ve beğendiğini dile getirmesini istemiyorum. Çok yapmacık geliyor. Benim de, sizin de hasbelkader dâhil olduğumuz, snobca tutunmaya çalıştığımız mahalleler var ve ait olmayanları hoşgörüyle karşılıyor gibi yapıyoruz… Onlar da bunun farkında. Bir süre sonra akıp gidiyorlar, pes ediyorlar yok oluyorlar. Öteki olmanın dayanılmaz ağırlığını taşıyamaz hale geliyorlar. Hâlbuki onlar gittiğinde biz onları özlüyoruz. Ben suçlu hissediyorum kendimi onların tutunmasına yardımcı olmadığım için… O farklılıkları kendime katmaya çalışıyorum suçluluk içinde.
Acaba pes etmelerini bekleyerek çok mu ileri gidiyoruz? Acaba benim öteki olarak tuhaf kaçtığım mahalleler de beni pes ettirecek mi? Hayali bir düşünce olabilir, ancak hayatın renklerini kaybetmemek için etrafı suçlamak yerine ilk çabanın içimizden gelmesi gerektiğine inanıyorum.