İsrail ve Yahudiler bu hafta özgürlük bayramlarını kutlarken Ortadoğu’daki barış görüşmeleri ciddi anlamda sekteye uğramış durumda. Aslında beklenilen bir gelişmeydi, lakin sürpriz olan ABD’nin artık İsrail’i açıkça eleştirmesi ve kibarca da olsa suçlamaya başlaması...
İsrail ve Diaspora Yahudileri bu hafta, bir millet olma yolunda belirleyici olan, tarihlerinin en önemli gelişmesini; köle olarak yaşadıkları Mısır’dan çıkıp ‘vaadedilmiş’ topraklara göçlerini, bir anlamda özgürlüklerini simgeleyen Hamursuz Bayramı’nı kutluyor.
O topraklara yerleştikten sonra iki büyük sürgüne maruz kalan bu halk ancak Holokost’u yaşadıktan sonra bir ulus-devlet sistemine geçebilmişti, bundan tam 66 yıl önce.
Bugün gelinen nokta ise komşularının on iki katına denk gelen 37 bin dolarlık kişi başı gelirle, kimi dini kuralların hayatın içinde geçerli olmasına rağmen alabildiğine demokratik bir sistemle yaşayan bir İsrail. Avrupa’nın kimi ülkelerinden bile daha zengin olan genç bir devlet. Üstelik kurulduğundan beri bilinen nedenlerle komşularıyla sürekli bir sıcak savaşın içinde büyümeye ve halkına zenginlik vermeye çalışan bir ülke. Daha da ilginci 7,5 milyonluk nüfusunun içinde ‘düşman’ görülebilecek 1,5 milyon Arap vatandaşıyla birlikte yürüyen bir devlet.
Askerliğin erkeklerde 3, kadınlarda 2 yıl zorunlu olduğu, silahla haşır neşir yaşayan bir halkın ülkesi. Üstelik, Akdeniz’de kendi sınırları içindeki bölgede bulunan zengin doğalgaz kaynakları sayesinde daha da zenginleşebilecek ayrıksı bir ülke, İsrail.
Gelin görün ki, bu mucize ülke bugün bile hâlâ, işinin gücünün yanında halledilmemiş ‘barış’ın arayışı içinde. Ve ilginçtir, Barack Obama ve John Kerry’nin, geçmişteki Amerika yöneticilerinin tersine İsrail’i daha fazla sıkıştırması ve yeri geldiğinde kibarca tehdit etmesine rağmen İsrail’in Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümetin geçmişte hiç olmadığı kadar dünya liderine kafa tutması barış görüşmelerinin en önemli unsurunu teşkil ediyor. Zira hem Netanyahu’nun koalisyon ortaklarının çoğu ‘iki devletli’ çözümden yana değil hem de Arap dünyası ve Filistinliler tarihte olmadığı şekilde bölünmüş durumda. Ayrıca Arap ülkelerinin çoğu ciddi iç sorunlarla meşgul vaziyette.
Bibi’nin partisi Likud, Bibi’nin iki devlet formülüne kerhen ‘evet’ demesine rağmen ezici çoğunlukla buna karşı duruyor. Koalisyon ortağı, ‘Yahudi Evi’ partisi bu formül imza aşamasına gelirse hükümetten ayrılacağını ilan etmiş durumda.
Diğer ortağı ‘Yesh Atid’ barış yanlısı olmasına rağmen pek renk vermiyor. İki devletli çözüme sadece koalisyonun küçük ortağı Hatnuah partisi olur veriyor. Diğer bir deyişle bugünkü dengeler göz önüne alındığında, İsrail hükümetinin daha çok statükonun korunmasından yana olduğu görülüyor. Lakin Temmuz 2013’te başlayan barış görüşmeleri bugün neredeyse durmuş durumda. Zira henüz Kudüs’ün statüsü ve Filistinli mülteciler konuları bile masaya yatırılmamışken görüşmelerin sekteye uğramasının arkasında yatan en büyük neden İsrail’in iç dengeleri.
Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin yönetimi de görüşmelerin ruhuna aykırı olarak tek taraflı bir girişimle BM’den tam devlet statüsü alma sürecine girince Bibi’nin tepesi atar ve Filistin’e her ay İsrail’in ödediği kimi vergi gelirlerinin transferini durdurur. 150 bin Filistinli memurun bu gelirle ayakta durduğunu göz önüne alırsanız bu kararın olası sonuçlarını düşünmek bile istemezsiniz. Abbas bu son karar üzerine hem görüşmelerden çekilmek ister hem de tam 15 uluslararası kuruma üye olmak için harekete geçer. Uluslararası Ceza Mahkemesi dahil bu üyelik girişimlerini, BM’ye tam devlet üyeliği başvurusunun da izleyeceği biliniyor.
Sonuç olarak, 9 aydır süren barış görüşmeleri belirsiz bir tarihe kadar durmuş durumda. Lakin tarihte belki ilk kez Amerikan yönetimi bu başarısızlığı İsrail’e faturalıyor. Bu da aslında, Amerikan-İsrail ilişkilerinde tarihsel bir dönemeci simgeliyor. İsrail ilk kez ezeli dostu tarafından suçlanıyor.
Bibi, hem partisini, hem koalisyonu, hem Amerikan yönetimini, hem de Filistin yönetimini idare etmeye çalışırken bu duruşu kuşkusuz onu ülkesinde rakipsiz lider konumuna oturtuyor. Bibi’nin, İsrail halkının dörtte üçünün bir Filistin Devleti’ne onay verirken ve Obama’dan bir Amerikan başkanından görülmediği kadar baskı ve tehdit yerken bu durumu ne kadar daha yönetebileceği bilinmiyor.
Zira bu kilitlenmenin doğuracağı ve iyiden iyiye seslendirilmeye başlanan yeni bir İntifada’yı ne bölge kaldırabilicek ne de İsrail...
Kimi kifayetsiz muhterislerin duymak istemedikleri soruyla yazımızı bitirelim:
1947’deki BM’in toprak paylaşım kararını Filistinliler de kabul edip devletlerini kursalardı bugün bölgedeki fotoğraf nasıl olurdu acaba?..