Evet, sevgili dostlar ‘to bi kontinuye’nın ikinci bölümündeyiz. Hepimiz alışığız bu duruma, her hafta meraktan çatlayarak bir sonraki haftanın dizilerini beklemeye. Hoş orada bir şey değişmiyor; dizi, bir arpa boyu yol alıp bir hafta sonrasına ‘gööya’ çok merak uyandıracak bir yerde, üstelik 15 dakika reklamdan sonra sizi, yüz üstü bırakıp “tu bi kontinuye” diyor. Bizimkisi de öyle bir şey iste. Tek sorunum geçen haftaki yazının yüzde 80’lik bir özetini yapamamam, malum yerimiz dar. Sonra köşe katili diye adımız çıkar. Neme laaazım.
Ailecek geçirdiğimiz bir İspanya seyahatinden sonra, çocuklarımızın başımıza ördüğü çoraptan (Merak ettim şimdi; niye böyle derler acaba?) bi-haber, uçağımızın tozu ile atladığımız arabamızla karayolunda ‘evliya’ olma yolunda çile dolduruyorduk. Sayılı dakika çabuk geçer. Gerçekten de 113 dakikada evdeydik. “Hom syuvit hom” mudundayım. Tam ki, koltukla bütünleşme hayallerim yüzüme tatlı bir tebessüm yerleştirmişti ki.....
Sebeb-i hayatım bir daha asla dönmemek üzere kapıdan çıktığında eve gireli henüz 10 dakika olmuştu. Kendisi yakiiinim olur; tanırım. Çok ciddiydi! Acayip kararlıydı! Böyle bir şey asla olamazdı! Kaç kere söylediydi; “istemiyorum” diye! Bu ona yapılır mıydı! Bizler nasıl insanlardık! Onun hiç mi lafı geçmemekteydi! O; bu işe asla ve kati suretle müdahil değildi! Ne halimiz varsa görmeliydik! Ve görecektik de!
Kapıdan öylece çıktığında ben, bir elimde yoğunlaştırılmış çamaşır suyu dolu bir kova, diğer elimde ‘hoş’ kokulu zemin temizleyicisi, ‘hacet giderme’ dolayısı ile kirlenen yerleri silmekteydim. Çocuklar (daha çocuktular o zaman) boynuna kırmızı bir fiyonk bağlanmış yavru olması hasebiynen çok şirin olan ‘ti-mon’u kendi en şirin halleri ile birleştirerek annelerine sevdirme çabası içerisindeydiler. Lakin; nafile. Hiçbir çaba kifayet etmedi. (Neden eski Türkçeye geçtiğimi ben de bilmiyorum, kalibrasyon kaçması herhalde, birazdan düzelir.) Kapıyı kendi yüzüne kapanmasına bön bön ve naçar bir şekilde bakakaldık.
Kıyamazdı, kıyamadı bizim “Geri dön, geri dön. Ne olur geri dön” çağrılarımıza. Açık ve soğuk hava sinirlere iyi gelir derler; doğruymuş. Gideli henüz yarım saat olmamıştı, zil çaldı, dönmüştü. Kapıyı açtım; “Sen hele dur!” dedi bana, “Senle sonra görüşeceğiz...” ‘Alışveriş’ yaparak rahatlamıştı. Duyan da Guççi’ye gitti sanır. Migros torbalarını asabi bir eda ile mutfağa bırakırken suratı asıktı ama kalbi çoktaan yumuşamıştı sebeb-i hayatım... Yeni bir kararname ile girdi kapıdan: Sıkıyönetim ilan edilmişti evde. Maddeler art arda sıralanmaya başladı: 1- Ben bunun hiçbir ‘şey’si ile ilgilenmeyeceğim. 2- Gece geç de gelseniz siz ilgileneceksiniz sabahları. Siz kalkacaksınız erkenden ve dolaştıracaksınız 3- Ne yemeği, ne doktoru ile ilgilenmem; isteseydim bir çocuk daha yapardım, o hiç olmazsa büyürdü. 4- Seyahat ve benzeri bir yerlere gideceğiniz zaman siz bulacaksınız çaresini, ben asla ilgilenmeyeceğim. 5- Evde pislik istemiyorum, (bana bakarak) siz temizleyeceksiniz her ‘şey’i 6- Erkek mi? Off bir de dişi! Maz de maraviya. Şimdi bunun yavruları da olur, bir sürü olurlar evde… Tam yeniden çıkacakken kapıdan, zor zapt ettik.
Ondan sonraki birkaç hafta sebeb-i hayatım asla ve kati suretle köpeğimizin yüzüne bile bakmadı. Ben evde olduğum sürece çocuklar ile anneleri arasındaki barış gücü olarak bir elimde yoğunlaştırılmış çamaşır suyu dolu bir kova, diğer elimde ‘hoş’ kokulu zemin temizleyicisi ile dizlerimin üzerinde yerleri sildim. Her fırsatta; bizlere olan kırgınlığını, asla ve asla elini bile sürmeyeceğini, gözü ile bile bakmayacağını tekrarlayıp durdu. Tanırım! Dediğini yapar; bakmadı da – elini bile sürmedi de… Çocuklar ilk birkaç hafta, hadi abartmayalım belki bir – bir buçuk ay, o da bazen, ti-mon’un gezdirilme işi ile düzenli olmasa da ilgilendiler… Sonra ne mi oldu?
İşte tam burada kesmem gerek, arkası yarıııın… Nasıl? Merak ettiniz değil mi? Bence edin. Çünkü bundan sonrası bildiğiniz gibi değil….
Gelecek yazıya kadar, beni sevgiyle kalarak bekleyin.